Yeni Yazı.

Efendim selamlar!

Beni özlediniz mi? Sakın beni kandırmaya kalkmayın, ben bile özlemiyorum kendimi. Her sabah aynaya baktığımda gördüğüm yüzden memnun değilim. Geceden sabaha bir şeyler değişmesini beklerken, aslında hiçbir şeyin değişmediğini görüyorum. Aynanın karşısındaki yarı çıplak bedenden sarkan yağ kütleleri, buraları ve buraların varolmasını sağlayan ana etkeni ne kadar uzun zamandır ihmal ettiğimi bir pota altı NBA oyuncusunun avuç büyüklüğüyle tarif edilecek bir tokadı çarpıyor suratıma. Yaklaşık bir yıldır, belki biraz daha fazladır, belki biraz daha azdır ve belki arada bir bindiklerimi saymam hafifletici neden olabilir -ama neden olsun?-, bisiklete binmiyorum. Bu ulvi eylemi yapmadığım gibi, eşek gibi de alkohollü içecekler tüketiyorum. Bu gidişe bir dur demem gerektiğini, savaştan mağlup çıkmış vakur bir komutan edasıyla ifade ettim kendime. Savaştan mağlup çıkmış vakur bir komutan edasında olmayan diğer yanım biraz inkar etti, çirkin söylemlerde bulundu ve hatta beni bir yeşilçam sinemasında, hanımı tarafından hücreye kapatılan alkolik müslüm gürses moduna sokmakla tehdit etti. Bunlar hep yaşandı.

Velhasıl, yeni bir sayfa açmaya çalışırken, aslında defterin son yapraklarına geldiğimi fark ediyorum. Neredeyse 90 olmaya yüz tutmuş kilom, cılız bacaklarım ve pembeleşmiş loblarımla beraber, yeniden bisiklet sürmeye çalışıyoruz.

Kendime yeni bir bisiklet aldım. Kadrosu boyuma uymayan, hantal, ağır, gücü yola aktaramadığı yönünde bahanelerle binmeyi reddettiğim Surly bir kenarda yatıyor. Artık kadrosu boyuma uygun, çok hafif olmasa da çok da ağır olmayan, bastığında giden bir Carraro gravel bike aldım. Artık vites sistemleri de değişmiş, ultregra, tiagra, sora vs yok, GRX diye bir sistem koymuşlar. Neye tekabül ettiğini bilmiyor ve merak da etmiyorum.

Yeni bisikletimle birkaç kısa sürüş yaptım. En uzunu 29km. Datça yöreleri fazlasıyla inişli çıkışlı olduğundan, 20 km bile yeterince ağır bir idman olabiliyor. Başlarda kalp krizi geçirecek gibi olsam da ufak ufak alışıyorum. Bu alışma sürecine, oldukça kasmadan sürmemin büyük katkısı var tabi sdhhd. Kasacak durumda değilim. Biraz kasınca, gözlerimde karıncalar uçuşuyor. Bacaklarımı ve nefesimi açabildiğimde, kasma konusunu biraz düşünebilirim. Belki de düşünmem.

Ara sıra sevgili Osman ağabeyimle tur planları yapsak da, gerçekçi bir tur planım yok gibi. Bu göt-göbek kombinasyonuyla tura çıkmak biraz zor görünüyor. Gerçi çıkarım da, üzülürüm ya. Ne gerek var üzülmeye şimdi. Bir de bikepack malzemeleri toparlamak lazım. Sevgili Osman ağabeyim ön ve arka çantalar vermişti ama kadro çantası, suluklar, maşa bağlantı ekipmanları, daha hafif ve kompakt malzemeler tedarik etmem gerekiyor. Çok hafif çadır ve çok hafif matlar bulmam gerekiyor. Bunların hepsi benim gibi tembel bir bünye için oldukça zor şeyler. Zamana yayarak hallederim muhtemelen ve kendi potansiyelimi düşündüğümde bu zaman, yaklaşık 4 yıl falan sürebilir. Olsun, mühim olan zaten başlamak değil mi?

Bisiklet sürmedeki motivasyonsuzluğumun ana nedenlerinden biri yalnız sürmek. Tek başıma sürmek gerçekten çok sıkıcı olabiliyor. Hele yokuş çıkarken, ki dediğim gibi, buralarda sürekli yokuş çıkıyorsunuz. Yokuşun ortalarında bacaklardaki güç tükenmeye, yüzünün rengi kızılla pembe arası bir renge dönüştüğünde ve nefesin solunum cihazına bağlı yaşayan 90 yaşındaki bir dedenin soluk hızına ulaştığında kendi kendine konuşmaya başlıyorsun; “benim ne işim var burada aq”, “aklımı s.keyim, ne derdin vardı girdin bu yokuşa”, “dönsem mi lan, kimse bilmez, dönsem mi çaktırmadan, çıktım derim herkese” monologları zihnini çürütmeye başlıyor. Oysa yanında biri olsa ve 1 kilometrelik yokuşta sana 200 metre fark atsa içinden ona söverek, kendi başarısızlığına olan öfkeni soğutabilirsin. Benim en büyük eksiğim, sövebilecek bir bisikletçi arkadaşımın olmaması. Sevgili Osman ağabeyimi de Datça’ya taşınmaya bu yüzden ikna etmeye çalıştım ama başarılı olamadım. İkinci büyük sorun, Datça’nın sürekli esmesi. Acı acı esiyor. Ve hangi yöne gidersen git, bir şekilde karşıdan esmeyi başarabilecek bir açı yönetimi becerisine sahip. Misal Knidos’a gidiyorsun, karşıdan esiyor. Knidos’ta biraz soluklanıp, rüzgarın artık sırtından eseceğini düşünerek midende sevinçli kelebekler uçurarak tekrar yokuşu çıkmaya başladığında, rüzgar vazgeçiyor oradan esmekten. Diyor ki, yeter ya, çok sıkıldım, biraz da şuradan eseyim. Ve şuradan dediği yer, yine kafa rüzgarı oluyor. Başarılı bir açı yönetimleri var ve pusulaları benim.

Tabi bütün bunlar bahane, bunu biliyorum. Götümün keyfini her şeyden çok önemsediğimi, beni tanıyan herkes bilir. Sen de biliyorsun. Yıllarca bitmeyen tur yazılarının sana bir şeyler ifade ediyor olması lazım.

Her şeye rağmen, haftanın her günü bisiklet sürmek istiyorum. Bunu henüz başaramadım. Bahaneler hep var. Kimi zaman gerçek, kimi zaman uydurma. Çoğu zaman uydurma. Biraz bisiklet sürüp, sonra yüzmek, sonra tekrar bisiklet sürüp, sonra koşmasdfhd Yok lan o kadar da değil. Triatloncu mu olayım bu yaştan sonra. Sen de biraz kendine gel.

Bugünü kaçırdık ama yarın sabah biraz daha sürerim. Ufak ufak. Hallederiz o işi.

2 Yorum
  1. otoman headman's office dedi ki:

    Hayatından Osman Ağabeyini çıkarırsan daha mutlu olacağın kanaatindeyim.

  2. Orhan Esen dedi ki:

    Bu gözler ne göbekli, yağlı altında 20 binlik yarış bisikleti sürenleri gördü. Götünü s”km salla bu işleri. “Run” diye bir şarkı var ya. Ha onun “ride” versiyonu lazım sana.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir