Sombor’dan Saykodelik Hostele…

Sabah kalktığımda aşilimdeki ağrı biraz dinmişti ama kendimi biraz yorgun hissediyordum. Bu yorgunluk hissinin sebebi her zaman allahsızca sürmek değil, bazen çevresel faktörler de olabiliyor. Kamp yaptığın yerin rahatsızlığı, kendini güvende hissetmiyor olman falan rahatsız bir uykuya sebebiyet verebiliyor. Rahatsız uyumuşsan, gece bol bol uyanmışsan da dinç uyanma şansın pek kalmıyor haliyle. Artık mevsimin de değişmeye başlamış olması sebebiyle, geceleri de baya soğuk olmaya başlamıştı. Ancak dünün yorgunluğu, aşil ağrısının nüksetmesi, hafiften üşüten havaya rağmen, bugün bir ülkeyi daha bitiriyor ve yeni bir ülkeye giriyor olmam, gireceğim ülkenin de Sırbistan olması, tüm yorgunluğuma rağmen vücuda direnç veriyordu. Balkanlara dönüyordum hülen!

Ancak kafama takılan ufak bir sorun vardı. Tura başladığım ilk ülke, Kosova’ydı ve Kosova, Sırbistan tarafından resmi olarak tanınmıyordu. Daha önce böyle sorunlu ülkelere gidenler bilir, pasaportunda X ülkenin damgası varsa, Y ülke seni ülkeye sokmayabiliyor, vizen olsa dahi kapıdan çevirebiliyor, hiç olmadı kıllık yapıp problem çıkarabiliyor. Ve turu takip eden sevgili okuyucularım iyi bilir ki, benim pasaportumda Kosova damgası vardı. Bu büyük bir sorun da olabilirdi, hiç sorun da olmayabilirdi. Neden Kosova’ya gittiğime dair sorgulanabilirdim, şimdi neden burada olduğuma dair sorgulanabilirdim, kapıdan çevrilebilirdim, Bosna’ya girerken yaşadığım gibi bir şekilde suni sorunlar yaratılabilirdi. Bunların hepsi kafamda soru işaretleri olarak belirmiş, sınıra kadar olan 20 kilometrelik sürüş sırasında her şeyi kafamda evirip çevirmiş, detaylıca tartmış, y.rrağı yeme ihtimalimin yüksekliğinde karar kılmıştım. Ortalama bir turcu hızında y.rrak yemeye gidiyordum. Böyle söyleyince biraz garip oldu tabi.

Bir şeyler yapmam gerekebilirdi ve böyle bir durum olursa en kolayından, kısa ve net bir şekilde Kosova’yı satacaktım sdjfsd. “Kosova Sıprlarındır!” diyecek, tam bir tarih ve siyaset öküzü olduğum için daha önce böyle bir durumun olduğundan haberim olmadığını, Kosova’daki Sırp köylerinden geçtiğimi, çok harika insanlar olduğunu falan anlatarak dizecektim hikayemi. Gerçeklik payı yüksek bir hikaye. Kosova’lı dostlar unfollow sdjhfjs. Kusura bakmasınlar, bürokratik işler sebebiyle turumu tehlikeye atamam. Velhasıl, bu hisler içinde sınır kapısına geldim. Rocky 4’teki Ivan Dragon gibi bir polis karşıladı beni. Tüm turistliğimle Sırpça olarak selamladıktan sonra pasaportumu uzattım. Dayı pasaportu eline aldı, uzun uzun inceledikten sonra yarım gözle yüzüme bakarak süzdü beni. Aha dedim, parti başlıyor. Derin bir nefes aldıktan sonra bana beklememi söyleyerek, pasaportla beraber ana binaya gitti.

Aklımdan geçen tek cümle “aha s.ki tuttuk” oldu. Kapıdan geri çevrilme damgasını yersen, muhtemelen başka sınır kapısından da giremezsin ve bu benim bir sürü planımın içine eder. Hafif tırsma duyguları içersinde birkaç dakika Ivan dayının geri gelmesini bekledim. Geldiği gibi “Kosova’nın aq” falan diye cümleye girmeyi düşünüyordum sjfsd

Birkaç dakika sonra Ivan dayı sert ve seri adımlarla geldi, bir şey demeden ve bir şey demeye fırsat vermeden pasaportu birkaç kez damgalayıp “hoşgeldiniz” dedi. Ivan dayım ya, çok tatlı bir insan. Mutluluklar içersindeydim, teşekkür edip pasaportu çantaya yerleştirdikten sonra Sırbistan’daki ilk şehir olan Sombor’a doğru sürmeye başladım. Yol üstünde pasaporta neden bu kadar çok damga vurduğunu merak edip, sayfaları karıştırınca, Kosova damgasının üzerine çapraz şekilde vurulmuş “biz böyle bir ülkeyi tanımıyoruz” demek isteyen damgaları gördüm. Ne diyim abi, herkes kendince haklı işte.

Sırbistan’a ufak bir gerginlikle de olsa girmiştim ve o an dünyanın en pozitif insanıydım. Bu pozitifliğime, Balkanlardan ayrıldığımdan beri görmeyi unuttuğum, selam veren, el sallayan insan hallerini Sırbistan’da tekrar görmek de keyfime keyif katıyordu. Kahve önü dayılarına selam veriyor, bakkal önünde şifresi olmayan wifi’ye girebiliyordum. Daha ne olsundu ya, daha ne olsundu sjfjs.

İlk geçtiğim kasabanın çıkışında, açık bir wifi görünce, durup kalınabilecek yerleri kontrol etmeye başladım. Bu sırada 50-60 yaşları civarında oldukça bakımlı ve güzel bir kadın yanıma yanaşarak, inanılmaz akıcı bir İngilizce ile benimle sohbet etti. Ne tarafa gideceğim hakkında konuşup, yol tarifi konusunda yardımcı oldu. Sombor’da ufak bir hostel bulmuştum, baya da uygundu. Aşilin ağrısı sebebiyle bugünü fazla uzatmadan yatış moduna geçecek, biraz dinlenecek ve öyle devam edecektim.

Çok sürmeden Sombor’a ulaştım. Ufak bir kasaba büyüklüğünde bir şehirdi. Kısa bir şehir turu attıktan sonra kalacağım hosteli bulmaya çalıştım. Ara sokaklarda ve tabelası belirsiz olsa da mekanı buldum. Mekan bir tenis kulübüydü. Ufak bir kafe ve kulüp binası gibi görünen girişten geçtikten sonra, arka tarafta yemyeşil bir bahçe içinde yan yana 3-4 odası vardı. Odalarını geçtikten sonra da tenis sahası vardı. Odama yerleşip tekrar şehri gezmeye çıktım. Oturup bir bira içip, ücretsiz wifi’yi ayıkladım. Yiyecek bir şeyler bulmak için etrafta dolanırken, ufacık bir dükkanda, adını okuyamadığım bir şeyin fiyatını görünce ondan yemeye karar verdim. Sırp alfabesini o zamanlar okuyamıyordum tabi. Fiyatı baya uygundu, etli hamburgerimsi bir şeydi ve KOCAMANDI dsjfjds. Kafam kadar büyük bir hamburger geldi ve fiyatı 1 euro bile değildi. Yarısını yiyemedim, öyle diyeyim. Adının Pljeskavica olduğunu öğrendim ama bu ismi söyleyebilmem/gerektiğinde hatırlayabilmem çok uzun zamanımı aldığı için, bundan sonraki ana öğünüm olan bu yemeği uzun bir süre adıyla istemedim. Hep parmağımla gösterip “BUNDAN” dedim sdhfsds.

Yemek faslını tamamladıktan sonra, birkaç tane bira alıp, odama geçtim. Ortam çok keyifliydi. Odamın önündeki doğal yeşillikten oluşan verandaya oturup biralarımı gömüşledim. Aşırı huzur dolu ve mutluydum. Sırbistan’dayken anlam veremediğim bir mutluluk hissi vardı üzerimde. Bu coğrafya insanını kendime yakın görüyordum, kendimi rahat ve güvende hissediyordum, insanlarla anlaşabiliyordum. Turun en keyif veren ülkelerinden biri olacağını, daha birkaç saatte hissetmiştim. O günü bolca dinlenerek, biraz yazarak geçirdim. Ertesi gün, burasının sakinliği beni fazlasıyla memnun ettiği için bir gün daha kalmaya karar verdim. Mekanın çok uygun olmasının da bunda etkisi vardı tabi. Mekanda da bir dolap dolusu bira varmış ve fiyatı dışarıyla aynıydı. Canım istedikçe gidip dolaptan bira alıyordum. Arada tenis maçı yapmaya gelenler oluyordu, onları izliyordum. Valla baya genişçe takıldım. Turda olmasam, idealimdeki tatil anlayışı budur. Biram olsun, karışanım olmasın, otel ve yemek ucuz olsun. Daha ne istenebilir ki? sjfjsd.

Oldukça dinlenmiş ve memnun bir şekilde ayrıldım Sombor’dan. Sombor’la pek ilişkim olmadı. Bir ilişkimiz olsa, Feysbuk karışık olarak işaretlerdi. Memnun kalmıştım ama bunun Sombor’la pek alakası yoktu. Sombor’un bundan haberi bile yoktu muhtemelen. Sombor’da git beni sor, kimse bilmez. Hınzır gibi gizli kapaklı takıldım Sombor’da. Sombor. Neden buna bu kadar takıldığımı bilmiyorum. Sombor’a sorsan, o da bilmez.

Neyse. Sombor’dan ayrıldıktan sonra, Novi Sad’a doğru devam ediyordum. Novi Sad, Sırbistan’ın güzel şehirlerinden biri. Namı var. Novi Sad’a gitmediysen adam yerine koymazlar seni. Şaka lan. Öyle bir şey yok. Neyse. Novi Sad’a geleceğiz daha. Sombor Novi Sad arası pek öyle görülecek bir şey yoktu. Dümdüz tarlalar, yol kenarına atılmış bira kutuları, poşetler, pet şişeler arasında ilerliyordum. Memleketimden tek farkı, burada o kadar çok çöp olmaması. Ama var. Sırbistan’ın kuzeyinde etraf biraz kirli. Sağım solum tarlalar arasında gün boyu devam ettim. Pek bir aksiyon yoktu ama keyifliydim. Sırbistan’daydım. Ne harika bir şeydi Sırbistan’da olmak.

Bu harikalık üzerine kafa yora yora ilerledim ve artık havanın kararmaya yaklaştığını fark ettiğimde, yol kenarındaki bir benzinciye yanaştım. Arkasında kocaman bir çimenlik vardı. Mükemmel bir kamp yeriydi. Bisikleti yanaştırıp, markete girdim. Bir bira aldım. Sırbistan’da da benzinliklerden bira alınabiliyor. Bir cips aldım. Ayak üstü muhabbetin peşine, arka taraftaki harika düzlükte kamp yapmamak için kendimi zor tuttuğumu söyledim. Tabi böyle demedim ama hissiyat olarak öyleydim. Öyle desem bile anlamazdı zaten. O yüzden size ne dediğimden ziyade, ne demek istediğimi söyleyerek, şekil yapıyorum. Bunu söyleyerek her şeyi berbat etmiş oldum tabi ama olsun. Çok şeffaf insanlarız biz.

Elbette arka tarafta kamp kurmam elemanın hiç umrunda değildi. Hemen gidip bir yandan biramı hüpletirken, bir yandan da çadırımı kurdum. Çiçek gibi mekandı ya. Resmen harika bir yerdeydim. Yola da çok yakın sayılmazdı, bu yüzden araba sesi de gelmiyordu. Market hemen götümün dibindeydi, istediğim zaman çıkıp biramı alabiliyordum. Ki bira zaten ucuz. Bu en önemli ve en güzel şey. Dört değil, sekiz ayak üstüne düşmüştüm. Çadırımı kurup, içeri yerleştiğimde, istasyonun wifi şifresinin her zamanki gibi “12345678” olduğunu keşfetmem uzun sürmedi. Kaymaklı kafayıf tatlısı ya sjfsd. Sırbistan’da da diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi, wifi şifreleri aşırı koftiydi (kofti.). Eğer Balkanlara giderseniz, herhangi bir yerde (lüks ve şehir merkezleri hariç) wifi şifresi varsa ya restoran adıdır, ya 12345678’dir. Ne harika insanlar ya. Hemen emikledim interneti. Görüntülü aramalar havalarda uçuştu dsjfjsajs. Verimli bir kamp akşamıydı.

Birkaç biranın bana vermiş olduğu yetki ve Sırbistan’da olmanın sebep olduğu güvenlik hissiyle çiçek gibi uyudum.

Sabah kalktığımda, bu benzinlik kamplarına ağırlık vermek gerektiği konusunda kendime gaz verdim. Bu akşam da bir benzinlik bulacaktım. Her açıdan tatminkar bir kamp sunuyordu. Bu mutlu bilinçle Novi Sad’a vardım. Klasik bir Avrupa şehrini anımsatan, oldukça güzel bir şehirdi. Sokaklarında dolaştım, barlarında bira içtim. Zaten bira içtiğimi yazmasam da siz anlamışsınızdır. Zeki insanlarsınız.

Yeni ve güzel bir benzinlik bulma hayaliyle tekrar yollara düştüm. Indija kasabasından geçerken, yol kenarındaki çamlıkta değişik bir oyun oynayan adamları görünce orada durup, ne oynadıklarını anlamak için adamlara bakmaya başladım. İtalyanların Bocce oyununu oynuyorlardı. Bir hedef top, iki takım, her oyuncunun bir topu var ve kendi topunu hedef topa en yakın atan takım kazanıyor. Baya sakin gibi görünse de aksiyonlu bir oyun aslında. Ben adamlara uzaktan uzaktan bakarken, oyunculardan birisi benim baktığımı görünce bana doğru bağırdı. Kaputuna yaslandığı bagaj kapağı açık arabayı göstererek “pivo” (bira) dediğini duyunca oraya gittim. Birkaç kasa bira, rakija’lar, şaraplar, envai çeşit alkol, o arabanın bagajında buluşmuştu sjdfsjds Ben daha selam vermeden elime bira tutuşturdular sdjafsd

Bütün oyuncularla selamlaşıp, tanıştık. Ki yaklaşık 20 kişiden bahsediyorum. Hepsi bir yandan oyuna devam edip, bir yandan da benimle sohbet ediyordu. Gerçi aralarında İngilizce bilen bir iki kişi vardı. Onlar da benim seviyemde oldukları için harika anlaşıyorduk sdjfds. Oyunun amacını falan anlattılar, baya keyifli bir oyun aslında. Bir yandan bagajdaki biraları emikliyor, bir yandan da sohbet ediyorduk. Bütün Avrupa’yı dolaşıp geldiğimi falan anlattım. Tabi Kosova’dan başladım demiyorum, Priştine – Sırbistan’dan başladım diyorum. Mini çakallıklarda üstüme yoktur sdjfsd. Bu bölgelerin az çok milliyetçi olduğunu zaten yollardaki “Kosova Sırptır/Sırplarındır!” anlamına gelen duvar yazılarından anlamıştım. Çok o konulara girmemekte fayda var. Neticede bu insanlar 20 yıl önce etnik köken ve din sebebiyle birbirlerini doğramışlardı. Ne gerek var gerginliğe. Dayılardan bir tanesi Türkiye’den geldiğimi söylediğimde, “sen bunu her yerde söylemesen daha iyi olur” gibisinden bir şey söyledi. Bir tanesi de din konusuna takıldı. Türkiye’den gelen herkesin müslüman olması gerektiği konusunda biraz takılmıştı. Benim, o bölgede müslümanları sevmedikleri için dinle alakam olmadığını söylediğimi düşündü sanırım. Bir türlü inandıramadım adamı kafir olduğuma sjdfjs.

Velhasıl, her şeye rağmen güzel sohbet oldu, iki üç tane de biralarını içtim, ulu manitu razı olsun. Saat iyice geç olmaya doğru ilerlediğinden artık yola çıkmam gerektiğinden hepsiyle tek tek vedalaşarak yola devam ettim. Amacım yine bir benzinlik bulmaktı ama hiç benzinlik denk gelmiyordu. Karşıma çıkan benzinlikler ise apartman dairesi gibi yerlerdi, bahçeleri yoktu, çevresinde kamp yapacak yer yoktu. Benzinliği geçtim, Belgrad’a da iyice yaklaştığım için şehirleşme iyice artmış, kamp yapacak yer de kalmamıştı. Hava kararmaya başlamış, arabalar farlarını yakmış, sokak lambaları yanmıştı. S.ki tutma dolaylarında dolaşıyordum. Kalacak yer bulamamıştım. Bocce oynayan dayılarla sohbet iyiydi, güzeldi ama orada geçirdiğim birkaç saat bana biraz sağlam girmişti sdjfsd. Velhasıl, ücretsiz wifi bulduğum bir noktada civardaki hostellere baktım. Yolumun üzerinde ucuz bir yer bulunca, oraya gitmeye karar verdim.

Artık hava iyice kararmıştı. Gece moduna girmiştik. Hosteli buldum. Bahçe içinde bir evdi. Kapıyı çaldım ama birilerinin gelmesi baya zaman aldı. Dayının teki geldi, sıfır İngilizce ile beni karşıladı. Neanderthal atalarımız gibi anlaşarak bir oda istediğim konusunda hemfikir olduk. Odaların olduğu bölgeye götürdü beni. İçeriden oğlunu çağırdı. Oğlu geldi. Oğlu bir zekasızdı. Bunu şaka ya da aşağılama olarak söylemiyorum, adam bildiğin zekasızdı. Beni içeri aldı. Anahtarı vermek için beni kendi odasına götürdü. Otur dedi. Oturdum. Televizyonda bilgi yarışması gibi bir şey vardı. “Anahtarı verirsen odama geçeyim” diyorum, yarışmayı izleyip önündeki tabaktaki yemeği yemeye devam ediyor, aynı zamanda bana Sırpça bir şeyler soruyordu. Sırpça bilmediğimi söylüyordum ama bu, onun için bir şey ifade etmiyordu. Bir yandan yarışma izleyip, bir yandan sürekli benimle konuşmaya çalışıyordu ve ben tek kelimesini anlamıyordum. Eleman devreleri yakalı baya olmuş ama kimse farkında değil sjfsd. Anahtar diyorum, “ha okey” diyor ama sonra bambaşka şeylerden bahsediyor ve neden bahsettiği hakkında ne benim, ne onun fikri var. Kendisinin fikri olsa içim gam yemeyecek ama kendisi de bilmiyor ne anlattığını sdjfsd.

Anahtara kavuşmak 20 dakika sürdü. O sırada, çok büyük bir hata olduğunu sonradan anladığım bir şey yaptım. Wifi şifresini sordum. Bi yarım saatte öyle girdi bana. Elimde çantalar, çaresizce bekliyorum ama adam zekasız olduğu için bir yandan televizyondaki bilgi yarışmasını izliyor, bir yandan tek kelimesini anlamadığım kelimelerle benimle konuşuyor, bir yandan da wifi şifresini arıyordu. Sabrım, Etna yanardağı modundaydı. Ha patladı, ha patlayacak ama adam zeka sorunlu olduğu için adama kızamıyorum. Tamam siktiret wifi şifresini, odaya çıkar beni dedim, bi 15 dakika falan da onu anlatmak için çaba sarfettim.

Çılgın atacağım artık. Böyle saykodelik bir ortam yok. Adamı dövdüm döveceğim. Sokakta kalmamak için idare ediyorum. Zor bela, sinirlendiğimi artık fazla fazla belirterek adamı odayı göstermesi için ikna edebildim. Aslında odayı göstermesine de gerek yok ama anahtarı elime alamadım. Hala elinde tutuyor. Anahtarı verse, çıkıp yukarı tüm odaları tek tek denemeye razıyım. Zaten bu akıl hastanesinde başka kimsenin kalmadığına eminim sdjfsds. Neyse! Zor bela odaya çıktık, odayı açtı içeri girdim. İki tane yatak var. Ben birinin yanına çantaları koydum, camdan falan bakıyorum ama adam hala odada. Arkamı döndüm, diğer yatağa oturdu sdjfsjfds. ALLAAM KENDİMİ S.KİCEM ŞİMDİ. Sürekli konuşuyor ama deli konuşması yani. Ne dediği hakkında bir fikri yok. Oda fiyatını sorabildim arada, 5 Euro dedi. Parasını verdim, ki siktirolup gitsin artık. Hala oturuyor. Çok yorgunum uyuyacağım falan diye diye, ite ite çıkardım adamı dışarı. Şaka yapmıyorum sdhufdshu.

10 dakika sonra kapı çaldı. HAY ANANSKKK diye kapıyı açtığımda karşımda anası vardı sdjfsdjfds. Saçmalık aq. Neyse. Hayırdır dedim. Bizim oğlan biraz zekasız, 5 demiş ama 10 Euro oda ücreti dedi. AL DA SİKTİRGİT, YETER Kİ RAHAT BIRAKIN BENİ dercesine 5 Euro daha verip kapıyı kapadım. Çıldırma safhasındaydım artık. Ne olur ne olmaz diye hemen kapıyı kitleyip, ışıkları kapadım.

Abartmıyorum, 10 dakika sonra amına kodumun delisi gelip, kim bilir hangi anlamayacağım konulardan bahsetmek için kapıyı açmaya çalıştı.

5 Yorum
  1. Otman dedi ki:

    Aynı osman denen lavuk. Başındaki belalar eksik olmuyor kardeşim. Geçmiş olsun.

  2. Bir Tost dedi ki:

    Bööööööö

  3. Veloforum dedi ki:

    Süper bi yazıydı yine, özellikle şey bölümüne çok güldüm. Şey var ya hani, sen söyle…(15 min. later) Ya, yazıyı baştan okudum bulamadım o yeri:(
    Sınırdaki pasaporto olayı olabilir mi? Du bi daha okuyayım..(30 min. later more) Tamam, o bölüm işte ya, kesin orası. Orası çok şey…Ney?!

  4. Yunus dedi ki:

    Usta buraya kadar tüm yazılarını okudum. Muhteşem tur olmuş. Çok keyif aldım. Eline sağlık harika yazmışsın. İleride yapacağım Avrupa turu için kafamda ekstradan bir rota daha oluştu sayende. Bir de merak ettiğim senin turun Belgrad da bitti mi yoksa Belgrad a kadar olan bölümü mü yazdın? Yeni turlarını ve yazılarını bekliyoruz Cem Bey Fan Club olarak. 😀

  5. […] getirmiş olduğumdan, nerede kaldığımızı siz unutmuşsunuzdur diye son yazısının linkini buraya bırakıyorum. Zira ben bile unutmuştum […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir