Brno’da Böbrek Mafyasıyla Bir Gece…

Evinde kalacağım elemanla barda buluşmuş ve evine doğru yollanmıştık. Çeklere nispeten kısa boylu ve esmer ve aslında Çeklere pek benzemeyen bir arkadaştı. Kardeşim nerede senin Slavlığın? Türkiye’de görsem konuşana kadar yabancı olduğunu ayırt edemezdim.

Neyse, elemanın peşine takıldım ve bekar evine ulaşmadan marketten biraz alışveriş yaptıktan sonra eve vardık. Evde bizi annesinin köpeği ve bir arkadaşı karşıladı. Eleman benim metalci kişiliğimi görmüş ve bilgisayardan bana metal müzikler açıp, bir yandan da kendi elleriyle yemek yapıyordu. Ben de ufak tefek şeylere yardım edip, bir yandan da köpekle ilgileniyordum. Adam kral gibi bakıyordu bana ama İngilizcesi fazla iyiydi.

Daha önce de söylediğim gibi, ben beginner seviyelerinin insanlarıyla iyi anlaşabiliyorum. Onlarla saatlerce tarih, spor, siyaset konuşabilirim ama elementary seviyesi beni üzer. Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalırım. Çünkü beceremeyeceğime, Fenerbahçe’nin şampiyonlar liginde finale çıkma ihtimalinin olmadığına emin olduğum kadar emin olsam da onunla aynı akıcılıkta konuşmaya heveslenirim. Beginner seviyesindeki adam, cümleyi önce kafasında kurar, Türkçe Ingilizce çevirisini yapar, tüm bu süreçte “lan orada is mi diyorduk, was mı koyuyorduk, bunun ikinci hali neydi” gibi, kendisi için devrim yıkıcılığındaki bu ikilemleri saliseler içinde halletmeye çalışır ve sonra konuşmaya başlar ama kendinden de pek emin olmadığından bu konuşma süresi gevşemiş bir don lastiği gibidir. Uzadıkça uzar. Böyle olacağını hissettiğin anda da kafanda kurmaya çalıştığın cümleye güvenin azalır, ulan kesin yanlıştır bu, aman allahım rezil olacağım falan dersin.  Yani kısacası çok iyi Ingilizce bilenlerin allah belasını versin ya, mağdur ettiniz bizi sdgfdsj Şaka şaka, vermesin.

Bir de tek kişiyle muhatap olunca bir şekilde daha rahat oluyorsun da kişi sayısı artınca, rezil olacağın insan sayısı da artıyor. O zaman bu tekleme artık prostatlı bir dayının işemesine dönüyor. Neyse, ben ve tarzan ingilizcem bir şekilde muhabbete giriyorduk. Havadan, sudan, yoldan bayırdan muhabbet eşliğinde yemeğimizi yedik. Annesi köpeği almaya geldikten sonra, arkadaşlarıyla beraber bir şeyler içmek için dışarı çıktık.

Tüm aksiyon buradan sonra, sevgili Osman abim sayesinde başladı.

Osman abi ne alaka değil mi? O gün telefonumun interneti açıktı ve bir yandan memleketteki arkadaşlarımla konuşuyordum. Osman abim, ne zaman konuşursak bir “abi” olduğu için sürekli tavsiyelerde, uyarılarda bulunurdu.

Velhasıl, ben ve evinde kalacağım elemanın iki arkadaşı toparlanıp dışarı çıktık. Hava kararmak üzereydi. Bir bara geldik. Bar karşı kaldırımdaydı aslında ama yolun diğer tarafına, evlerin önüne masaları atmışlar, insanlar orada takılabiliyordu. Biranı gidip kendin alıyordun. Her turu başka biri yapıyor, biraları da o ısmarlıyordu. Beni hiç yollamadılar ve bana ısmarlatmadılar. Bir yandan da esrarlı sigaralarını çıkarıp döndürüyorlardı. Pek sevmesem de bir iki ısrar sonrası ben de onlarla beraber döndürmeye başladım. Sürekli içiyorduk ve onların hiç anlamadığım akıcı ingilizcelerinden bir şeyler yakalamaya çalışıyordum. Yakalayamadığım için de arada bir Osman abiyle konuşuyor, ortamı anlatıyordum. Osman abi ise yine abiliğini yapıyor ve bana tavsiyelerde bulunuyordu: “dikkat et, böbrek mafyası olabilir”.

Gülüyor, taşak geçiyordum ama kafanın taşaklaşmaya başlamasıyla bir yandan da kendi kendime senaryolar kuruyordum. Elemanlar benimle Ingilizce anlaşamayacaklarını anladıklarından kendi dillerine dönüp, arada bana da bakarak konuşmaya devam ediyorlar, sigaraları sarıp, yeni biralarla geliyorlardı. Normal şartlarda o kadar bira içtikten, o kadar sigara tüttürdükten sonra eriyip gitmem gerekirdi ama Osman abimin attığı mesajlarla içime saçtığı Hostel filmi görüntüleri, benim hala ayakta kalmamı sağlıyordu. Adamların bana her bakışını ve her Çekçe konuşmasını, benim hakkımda yaptıkları hain planlar olarak değerlendirmeye, Ingilizce konuşmalarından farklı anlamlar çıkarmaya başlamıştım. Böbreklerim bana lazımdı orospu çocukları. sjfjshj

Bir de yolun ortasında esrar içiliyor falan. Yahu bu legal mi, nasıl bu kadar rahat takılabiliyoruz, diye soruyorum. Hayır değil ama kim s.ker yasağı diyorlar. Bir polis arkadaşının, termal bir kamera bağlanmış drone ile barların üstünde keşif yapıp, “otçulara şok baskın” yapma gibi bir fantezisinin olduğunu falan anlatıyorlar. Öyle tribe girmişim ki, polis de işin içinde diye düşünüyorum ben hemen djfdhd

Bu barda benim kafamı yeterince güzel edemediklerini ve böbreklerimi henüz çalamayacaklarını anladıklarında, başka bir bara gitmek üzere kalktık. Ben, Osman abinin yönlendirmesi ve kafamın güzelliğiyle olayın tamamen böbreklerimin çalınacağı senaryosu üzerinde geliştiğine emin olsam da, kapıldığım akıntıdan çıkmak için de bir şey yapmıyordum. “Oo sigara mı? alırım bir nefes, oo bira mı? doldur kanka” şeklinde alemlere akmaya devam ediyor ama içimden de “ayakta kalmalısın aslanım” falan diye kendime güç veriyordum. İçtiğim on küsür bira sonunda adamların böbreklerimi çalacağından neredeyse emindim. Sadece bunun ne zaman olacağını bilmiyordum ve o zamana hazırlıklıydım. Köstebek filmlerindeki ajan gibiydim. Jeymıs Bond’dum. Tüm planı biliyordum ama asla çaktırmıyordum. Kaçamak bakışlarıyla böbreklerimi kestiklerini, böbreklerimin yağlı mı yoksa sağlıklı mı olduklarını konuştuklarını biliyordum. Böbreklerimin iyi çalışmadığını düşünsünler diye o kadar bira içmeme rağmen tuvalete az gitmeyi planlamış ve hayata geçirmiştim. Böbreklerimin iyi çalışmadığını düşünürlerse belki vazgeçerlerdi.

Başka bir barda, birkaç bira daha gömdük. Sonunda bir kez olsun birayı ben ısmarlayabildim. Adamlar böbrekten elde edecekleri gelir sebebiyle hiçbir masraftan kaçmıyordu ama son saatlerim de olsa bir şekilde arkamdan “ulan rahmetli de ne beleşçiydi” dedirtmek istemiyordum. O bardan çıkıp bir pizzacıya girdik, pizzaları da ben ısmarladım. İyi bir insan gibi görünüp böbreklerimi kurtarmayı planlıyordum. “ulan iyi çocuk bak, o kadar pizza ısmarladı, bunun böbrekleri çalmasak mı” falan diye düşünürler belki diye umuyordum. Tutunabildiğim her dala tutunuyordum. Saatin geç olması sebebiyle Osman abim de mesajlarıma cevap vermiyordu. Yabancı diyarlarda yalnız ve boynu bükük bırakılmıştım. Osman abim içime zehri atıp, kendi düşler ülkesine dönmüştü. Abim benim be.

Pizzalardan sonra eve yollandık. Ben bütün günü kafamda tekrar yaşıyordum. Annesinin köpeği, annesinin gelişi, imalı bakışı, bana yedirdiği sağlıklı yemek, kafamı güzel yapabilmek için cömertçe bira ısmarlamaları falan. Tabi Slavlar çok içer ya, beni o kadar birayla yıkabileceklerini düşündüler ama bilmedikleri bir şey var, biz de Şile’liyiz aslanım. Ceplerindeki son paraya kadar bira ısmarlattım da yıkılmadım. Neyse. Her şey çok güzel kurgulanmıştı. Kaçamak bakışlar, anlamadığım dildeki konuşmaları sırasında konuşmaların harareti falan. İlmek ilmek dokumuşlardı herifler.

Yol kenarındaki parkta, ağaçların dibine işedik. O an içimde bir ferahlama oldu. Böbrek mafyalarının ağaç dibine işemeyeceklerini düşündüm. Neden böyle romantik bir düşünceye kapıldığımı bilmiyorum ama sanki böbrek mafyaları, parklardaki ağaç diplerine işemezmiş gibi. Bence öyle yani. Ben böbrek mafyası olsam ağaç dibine işemezdim. Şu an saçma geliyor ama o kadar bira ve sigara içince baya mantıklıydı. kddsjkf

Velhasıl, eve geldik. Kafalar bir milyondu. Elemanın odasında bir yer yatağı attık. Bana kendi yatağını teklif etse de ben yerde yatmayı tercih ettim. Nasıl olsa biraz sonra iğneyi sokup küvete sokacaklardı, nerede yattığımın pek önemi yoktu. Sabah eğer şanslıysam uyanacağım yer, buz dolu bir küvet ve karşımda elementary ingilizcesiyle ambulansı aramam gerektiğini belirten bir not bulacaktım. Beginner ingilizce sahibi bir insan olarak, o seviyeyi çözene kadar suyun soğuğunu hissedecek, “Ananskkk dondum aq” diye doğrulmaya çalıştığımda sırtımdaki yarayı fark edecek, Osman abimin ne kadar haklı olduğunu, o mesajı atar atmaz oradan uzaklaşmam gerektiğini anlayacaktım ama iş işten geçmiş olacaktı. O sırada böbreğim, karaborsada, içtiğim 10 küsür biranın maliyetinin belki binlerce katı fiyatına satılıyor ve puro içmekten dişleri sararmış zengin, göbekli bir kelin hayatını kurtarıyor olacaktı.

Bizde devrimci bir güç var arkadaşlar. Kendimi bu oyuna meze edemezdim. Kendimi bu senaryoya o kadar kaptırmıştım ki, eleman horlamaya başlayana kadar uyku evresine geçmedim. Zaten geceleri uyuyamıyordum, bir de böbrek korkusuyla iyice cin kesilmiştim. Çipil çipil bakıyordum etrafa. Böbreklerim bana lazımdı. Beni bu psikolojiye sokan Osman abim, kıçında pireleri uçuşturuyor, kimbilir kaçıncı rüyasını görüyordu ama ben gecenin bir yarısında, içtiğim onlarca biraya, nefeslendiğim sigaralara rağmen ayakta kalmaya çalışıyordum. Eleman iyice horlayana kadar da tripten çıkıp, uyku moduna giremedim.

Sabah kalktığımda, buz dolu bir küvetin içinde, karşımda elemantary ingilizceyle yazılmış notu çözmeye gayreti içindeyken, üşüdüğümü farkedip “ananskkk dondum aq” diye doğrulmaya çalışmadım ve sırtımdaki yarayı fark ederek uyanmadım. Her şey normaldi. Eleman işe gitmek için erkenden kalkmış, duşunu almıştı. Duş almak ister misin diye sordu, peşinden duşa girdim. Sonra eşyalarımı aşağı indirip, bisiklete yükledim. Eşyalarımı taşımamda ve bisikletimi indirmemde yardımcı oldu. Yaşattığı muazzam gece için teşekkür ettim ve beraber fotoğraf çektirdik ve dün gece, muhabbet arasında “s.k heykelini gördün mü?” diye sordukları heykeli görmek için yola çıktım.

Her şey yolundaydı. Osman abim sayesinde, harika bir geceyi paranoya nöbetleriyle geçirmiştim. Abim benim.

5 Yorum
  1. sabitkamera dedi ki:

    Sayın Osman Bey’e böyle bir macera için bir okuyucu olarak teşekkür eder, saygılar sunarım. asdjfdajkasj

  2. Otman dedi ki:

    Yahu yapilirmi böyle serefsizlik? Koreliden beter adammış bu Osman. Yolda görsem tokatlarim. O kadar nefret ettim bak :/

  3. Raşit dedi ki:

    Doğuştan “tek böbrekli” olduğunu çaktırmadan söyleyip bir senaryo kurabilirdin ama biginir seviyede söylemek zor olabilirdi; born to be wild desen veya ben fazla içmemek, olmak born to be single kidney amk… Otman abi, yaptığını beğendin mi?!

  4. Pelük dedi ki:

    Chuck içerlemesi sezinledim okurken. Omuz silkerek güldürdü.
    Bi de bir koreliye bilenmek gibi Osman Abi’ye bilenmek gibi oldu şimdi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir