Kutna Hora: Kemikli Kilise

Yağmur gece boyunca yağdı. Güzel yağdı. Gece, ara ara uyanarak ve çadırın sağını solunu kontrol ederek geçti. Yağış varsa kontrol şart. Bazı zamanlar insan böyle tribe giriyor. Sürekli uyanıp kontrol etme ihtiyacı hissediyorsun. Ormanlık bir alanda olduğum için bir yandan da şimşek falan düşer mi diye tırsıyorum tabi. Gerçi gök gürültülü bir yağış olmasa da bi tutam fazla tırsmak kimseye bir şey kaybettirmez değil mi? skjfj

Sabah uyanıp, dün kaldığım yerde kanıma bulaşan sosyallik sebebiyle düşen gardımı toplamaya çalıştım. Kendi kendimin mentoru oldum. Yaşam koçu oldum. Koçum benim diye şaka yaptım kendime. Kahvaltı faslını falan hızlıca bitirip, tekrar yola koyuldum. Yağmur gün boyu aralıklı olarak devam etti. Genellikle alnımın çatısından esen rüzgar abimiz de bu kez beni şaşırtıp arkadan esmeye karar verdi. Yağ gibi akıyordum yollarda. Biraz daha basayım da Osman abim ortalama görsün diyordum dsjfd Çünkü bilirim, Osman abim kontrol eder.

 

Yol harikaydı, rüzgar arkamdan esiyordu. Öğle saatlerine geldiğimde ufak bir kasabaya girdim. Yol kenarındaki restoranı görünce öğle yemeğimi bir restoranda yemeye karar verdim. Ufak şirin bir restorandı. Güzel bir hanım ablamız işletiyordu. Memleketin o bölgelerine hiç turist gelmeyeceğinden emin olduklarından yemek mönüsü sadece Çekçe yazılmıştı ve benim listeye Orhun Kitabelerinin o unutulmuş kadim kelimelerini çözmeye çalışan bir arkeolog gibi baktığımı gören hanım abla yardım için geldi. İngilizce seviyelerimiz aynı olduğu için gayet iyi anlaşabildik. Beginner ingilizcesi olanlara bayılıyordum, anlaşmakta hiç zorluk çekmiyorduk sdjfd Etli – pilavlı bir yemekte karar kıldık (veganlar unfollow sjfjsd). Yanına da Çeklerin her türlüsünü denediğim siyah biralarından söyledim. Siyah biraları gerçekten güzel. Lager, açık renkli biraları da güzel ama standart bira işte. Aroması, ahengi yok. Deniz kenarında bir şezlongda uzanmamışsam neden açık renkli bira içeyim ki?

 

Ben restoranda yemek seçimi konusunda uğraşırken, yan masada da iki yol işçisi oturuyordu. Biralarını içip kalktılar. Ben yemeğimi yerken, tekrar gelip birer bira daha söylediler ve biraları bitince tekrar kalkıp gittiler. Adamlar resmen 45 dakika çalışıp 15 dakika bira molası veriyordu dsjhfd Dünyanın en kıyak işi anasını satayım. Gerçi Slav ve Balkan ülkelerinde bunu daha sonra çok yaygın bir şekilde gördüm. Çalışanlar mola verince hemen bir bira açıyorlardı. Herkes işini yapıyor nihayetinde, arada bir bira atmanın kime zararı dokunur djdhd

Yemekler güzel ve ucuzdu. Bir bira daha içip, Prag’da evlerinde kaldığım arkadaşların önerdiği Kutna Hora’ya, kemikli kiliseye doğru sürmeye devam ettim. Yollar, standart Çekya yoluydu, bir iniyor, bir çıkıyordu. Memlekette battı-çıktı yollar diyoruz biz bunlara. Ortalama 200er metre iniyor, 200er metre çıkıyorduk. Salıncakta sallanır gibi geliyordu ama inişten sonra gelen çıkışı, inişten aldığım ivmeyle çıkamıyor olmak da inceden inceden canımı sıkıyordu, ufaktan ufaktan bileniyordum böyle sinsi gibi sjfdsh. Battı çıktı, batırdığı gibi çıkarmadığı sürece yüklü bisikletle can sıkıcı olabiliyor. Çıkarırsa çok eğlenceli. Dünyanın sonuna kadar bata çıka gidebilirim yani. Ama çıkarırsa. Çıkarmazsa gitmem.

Kutna Hora’ya yaklaşmaya başladığımda hava da kararmaya başlamış ve kamp yeri ayarlama zamanı gelmişti. Yine yol kenarındaki çayırdan ormana doğru sapan bir patika gördüğümde oraya daldım. Birkaç sık dalların ve çalıların arasından geçtikten sonra çapı 100 metre civarı olan bir gölcüğün kenarına geldim. Birkaç ağaç dalının üzerinden, birkaçının altından, birkaçını iteleyerek göl kenarındaki tam çadır kurmaya uygun boyuttaki tek düzlüğüne ulaştım. Su kenarında olduğumdan sivrisinek olma garantili mekana gelir gelmez uzun kollu kıyafetleri giydim ve kenarlara sinek kaçıran spirallerden yakıp, koydum. Bu yabancı memleket sivrileri kanını emmiyor, etini yiyordu. Vampir gibi namussuzlar. Bir tanesi o kadar büyüktü ki, abi bi sandalye çek, otur diyecektim dsjfjsd Ortam nefisti. Hemen makarna yapımına başladım. Keyfim yerinde olduğu için şöyle özel bir makarna yapayım dedim. Salçalı, mantarlı, soğanlı, mısırlı bir makarna yaptım. Tam bir başyapıttı. Acayip övünüyordum makarnayla. Şunun fotoğrafını çekeyim diye arkamı döndüğümde tencereye çaprtım ve tüm makarna döküldü. . .

 

 

Ayağıma Surly’yi bağlayıp göle sürecektim nerdeyse. Surly gibi bir kamyon eti yemiş kadar ağır bir yükle Michael Phelps bile yüzemezdi sdshsh. Neyse, sürmedim tabi. Makarnanın yere değmemiş kısımlarını topladım, kenarından değenlerin üzerindeki otları temizledim ve harika makarnamı yedim. Her şeye rağmen güzeldi. Canım makarnam.

Böyle yerlerde gece dışarıda takılmak pek mümkün olmuyor. Her şeyden önce ateş yakmazsan baya ürkütücü görünüyor. Bir de su kenarı, ayağın bir şeye takılsa soluğu kurbağaların yanında alırsın. Gerçi ben tur boyunca ateş yakmadığım için çadır gecelerimi hep çadırın içinde geçirdim. Zaten üstteki fotoğraftan da anlayacağınız gibi çadırı kurar kurmaz yağmur başlamıştı. Neyse. Yine çadırımın içinde gece için zulaladığım bir alkolle beraber, çadırın tentesine vuran yağmur sesleriyle birlikte sabahı ettim.

 

 

Sabah olduğunda, Kutna Hora’ya doğru tekrar hareket ettim. Girişte kocaman bir kilise vardı, burası mı acaba diye içeri daldım. Ortalarda gezinenler vardı ama ortalarda bir kemik yoktu. Biraz etrafa bakındıktan sonra yola devam ettim ve şehrin çıkışına yakın bir yerde nihayet sol tarafta kemikli kiliseyi buldum.

Kilisenin hikayesi de özetle şöyle: Yıllar evvel bu bölgede salgın bir hastalıktan sebep binlerce insan ölmüş ve bu kilisenin arazisine gömülmüş. Zamanla kilisenin bulunduğu şehir büyümeye başlayınca, bu devasa alanı kaplayan mezarlığı küçültme ve şehri genişletme ihtiyacı doğmuş ve mecburen mezarlar kaldırılmaya başlanmış. Kilisenin papazı da bu kemikleri toplayıp, kilise içine tepeleme yığarak bunları piramit gibi istifleyip, saklamış ve ortaya böyle sayko bir kilise çıkarmış. Daha sonra bir sanatçı bu kemikleri dezenfekte edip, piramitler, avizeler, duvar süsleri yapmış. Papazın istiflediği kemikler yetmeyince de gidip mezarlığı eşeleyip, yeni kemikler almış. Yani burayı gezmeye gelen manyaklar dahil, ki buna ben de dahilim, toplasanız bi akıllı yok şu hikayede sdjfsjds

 

 

Her dinde ve inanışta olan para atma saçmalığı burada da mevcut. Kafataslarını ziyarete gelen vatandaşlar, dilek falan dileyip ya da sadece uğur olsun diye kemikleri zengin ediyorlar. Garibanlar yaşamları süresince görmedikleri bir servetin içinde yatıyorlar dsjfs Kafataslarının boş göz yuvalarında paralar falan var. İnsanların bu tür batıl işlere duyduğu güvene şaşkın bir hayranlıkla bakıyorum. Para atılan bölümleri de sensörlü bir parmaklıkla kaplamışlar. Kemiklere dokunmak ya da ucundan birkaç kuruş yürütmek için elini içeri sokmaya çalışırsan, parmaklığa değdiğin anda alarm ötmeye başlıyor. Ben  bir Türk olarak bir şekilde o parmaklığa dokunmayı başardım ve kilise içindeki tüm ziyaretçilerin aynı anda “ananskkk” şeklinde korkmasına sebep olacak alarmı çaldırdım sdkjfsd. Neyse ki uzun süreli çalmıyor dsfdsjhd

 

 

Kilisenin girişi elbette ücretli. Çok bir para değil. Yani buraya vereceğim parayla bir iki bira içebilirdim elbette ama böyle bir saçmalığı bir daha nerede görebilirsin ki? Girişte hangi ülkedenseniz, o ülkenin diliyle yazılmış bir tarihçe mevcut. Bu kağıtta, yukarıda özet geçtiğim bölümü detaylarıyla anlatıyor. Hangi figür nedir, ne anlama gelir gibi birkaç ayrıntı var.

 

 

Bu aşağıdaki arma, kilisenin sahibi olan Schwarsenberg ailesinin armasıymış. Armanın sağ altında bulunan ve bir Türk’ün (kağıtta öyle yazıyor, tarihçiler eqlesin) gözünü oyan karga, Türklere karşı kazanılan bir savaşı anlatmak içinmiş mesela. Kilisenin sahibi Schwarsenberglerin 1591 yılında Raab savaşında Türkleri yenmelerini sembolize ediyormuş. Bana bir şey ifade etmedi. Ayrıca kafatasında Türk kemiği yok, yalan, iftira! (tabii ki böyle bir şeye bakmadım ve inanmam) djfjsd.

 

 

Kilise içinde yaklaşık 40bin insan kemiği olduğu tahmin ediliyormuş. Normalde insan vücudundaki tüm kemiklerden oluşan dev bir avize varmış ama ben gittiğimde yerinde değildi. Kemik erimesi nedeniyle hastaneye kaldırmışlar akikuku (leş esprilerde bugün). Daha fazla bilgi isteyen ya gitsin ya da gezi blogları okusun. Bu kadar bilgi yeter. Size en yararlı olacak bilgi, parmaklıkların alarmlı olması zaten. Bilirim, bir şekilde siz de deneyeceksiniz o parmaklıklara dokununca alarmın ötüp ötmeyeceğini. Denedim, ötüyor, çok zorlamayın. Bugünlük size daha yararlı bilgi yok. Bundan sonra hep itlik serserilik. shfsd

 

(Avize buradaymış)

Etraflıca gezdikten sonra, çıkıp bir kafeye oturdum. Yolları incelerken bir de bira yuvarladım. Ertesi gün Brno şehrinde olacaktım. Yine bir warmshower evi ayarlamıştım ve evinde kalacağım genco çalıştığından, mesai bitimine doğru orada olmaya çalışacaktım. O yüzden ne kadar yol gitmem gerektiğini falan hesaplayıp, haritadan kalınabilecek yerleri kesip, tekrar yola devam ettim. Çadırın da dünkü yağmurdan dolayı ıslak olmasından mütevellit, erkenden durayım da çadırı kurutayım hevesindeydim. Yol üzerinde bu hevesimi hayata geçirebileceğim bir ormanlık görünce hemen daldım. Uygun bir yer buldum ve çadırı kurmaya başladım. Ben çadırı kurmaya başladığım anda yağmur da başladı sdjfsd Çok cenabet bir insanımdır, genel bağlamda. Why does it always rain on me?

O gece fena soğuk yaptı. Artık biraz daha kuzeydeydim, mevsim geçmeye başlıyordu ve ufak ufak soğuk havalar, saklandıkları mağaradan çıkıp, “şimdi s.ktim belanı” diyordu. Yağmur gece boyunca yağdı ve çok harika bir soğuk yaptı. Bayılırsın öyle soğuğa. Uyku tulumum yazlık olduğundan, yeterince ısıtamıyordu. Böyle durumlarda çantada uzun kollu ne varsa giyiyordum üzerime. Yine kalınca giyinip, derin bir uykuya daldım. İlk kez böylesine rahat uyumuştum sanki, 12 saatlik bir uyku çektim. İnsan gibi uyumadım. Soğuk havayı görünce kış uykusuna bir yatan ayı gibi uyumuştum sdjfsdj. Toplamda 15 saatlik bir kamp sürecinden sonra tekrar yola çıktım.

 

Brno’dan önceki bir kasabada güzel bir siyah bira söyledikten sonra kenarda bir masaya oturdum. Bir beş dakika sonra, yan masada oturan dayıdan laf atmalar başladı. Sonra yanıma oturdu. Nerden gelir nereye gidersin falan konuştuktan sonra başladı bana Çekleri kötülemeye sdjhfsh Adam coşuyor, tiksinen bir surat ifadesiyle itin götüne sokuyor hemşerilerini. Tamam dayı dedim, sakin ol. Sonra kalktı gitti, bir süre sonra tekrar geldi. Yine bir şeyler anlattı ama ben şalterleri kapatmıştım, ne dediğini dinlemiyordum ama cevap vermem gereken bir yere geldiğimi fark edersem, anlayabildiğim son kelimesinden yola çıkarak kısa saçma cevaplar veriyordum. Biram bitince kalktım ve pek uzakta olmayan Brno memleketine vardım.

Brno da büyük bir şehir ve diğer geçtiğim şehirlere göre daha derli toplu ve turist sayısı az. Böylece gerçek Çek insanlarıyla muhatap olabiliyor, gerçek Çek hanımlarını görebiliyordum. Çek hanımları güzel. sdgfdsj. Etrafta gezindim, kafelere bakındım, yollanacak birkaç kartı yolladım, Çekya’lı çok sevdiğim bir Death Metal grubunun albümünü bulmaya çalıştım ama müzik market çalışanları grubun adını bile bilmiyordu sdjfsd. Olm Çekya hani death metalin kalesiydi ya?! Gerçek bir rock & metal shop bulmaya çalıştım ama haritada var gibi görünen yerler maalesef yoktu. Ya kapanmıştı ya da daha içlerdeydi. Aradımız müzik markete şu an ulaşılamıyordu ve lütfen daha sonra denemek için zamanımız yoktu. Boynu bükük bir şekilde warmshower’dan evinde kalacağım elemanla buluşmak üzere tarif ettiği bara gittim. Beklerken bir bira içtim. Şu ana kadar hiçbir barda sorulmayan bir soru soruldu bu barda; biranın derecesi ne olsun? Derece mi? Derece ne arar la bazarda? sdfsjjd Alkol derecesine göre fiyatlar değişiyor, düşük alkollü bira içersen daha ucuz, yüksek alkollü içersen daha pahalı. Bu dünyanın her yerinde böyle aslında ama ilk kez bir barda bu ayrımın yapıldığını görmüştüm. Neyse. O an adamın ne demek istediğini anlayamadığımdan, gönder gelsin aq tadında bir şeyler söyleyip, mevzuyu bağladım.

Ben biramı yudumlarken, ev sahibim geldi. Ayak üstü tanışma faslından sonra eve doğru yollandık.

Gerisi bir sonraki yazıya. Bir sonraki yazı da benden alışmış olacağınız üzere muhtemelen 4 yıl sonra falan olur herhalde sdjfjs. Şaka lan. Yazıcam. Söz.

4 Yorum
  1. Otman dedi ki:

    Kemikten kilisemi olurmuş? atıyorsunuz bence.

  2. vøggår dedi ki:

    brutal! 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir