Bisiklet Turlarında Ne Yedim, Ne İçtim?

Bir kamu spotu gibi konuyla daha karşınızdayım sayın okuyucu.

Turlarda ne yedim, ne içtim, bisiklet turunda günde onlarca kilometre gidip nasıl enerjimi korudum? Tamamen benim kendi tercihlerim olan, bünyeden bünyeye değişkenlik gösterebilecek bir konu olduğu için bu yazdıklarım bir öneri değildir. Sadece kafasında “ne yedin, ne içtin olm o kadar ay?” sorularıyla yaşayanlar için yazıyorum. Var çünkü böyle adamlar. Hayatımın hiçbir döneminde yediklerimin besin değerlerini önemsemedim, harcadığım kaloriyi karşılıyor mu diye düşünmedim. O yüzden beni örnek alma sevgili okuyucu, örnek alınacak bir adam sayılmam. (referans: göbeğim)

Kahvaltı, günün en önemli ve en kolay öğünüdür. Özellikle Avrupa’daki ekmekler çok güzel. Tamam, TL ile karşılaştırınca biraz pahalı olabilirler ama zaten TL ile karşılaştırınca pahalı olmayan hiçbir şey yok dflasdj Özellikle zeytinli bir ekmek var, çok güzel ve her marketten bulabiliyorsunuz. Avrupa’daki marketlerin en güzel yanı, ekmekleri kendileri üretiyorlar. Ekmek standlarının hemen yanında fırınları var, orada pişirip, raflara yerleştiriyorlar. Rafta azaldıkça, azalan ekmeği ürettikleri için bayat ekmek yeme şansınız neredeyse sıfır. Günün her saati taze ve çok fazla çeşitte ekmek bulabiliyorsunuz. Neyse. Zeytinli ekmek gerçekten çok güzeldi ve ben onu tattıktan sonra başka ekmeklere pek yönelmedim. Bu ekmeği sade de yeseniz gidiyor. Zeytin ekmek yermiş gibi yiyorsunuz. Bizim pastanelerdeki zeytinli poğaça ismindeki, içine zeytinin şöyle bir bakıp çıktığı poğaçalar gibi değil yani. Köyünün kırlarında çimenlere uzanmış, ekmeğin içine zeytini tepelemiş, dolu dolu yermiş gibi.

Çantamda kahvaltı için olmazsa olmazlarım Nutella, bal ve muzdur. Ekmeğin içine nutellayı sürer, üzerine bal döker ve muzla beraber yerdim. Bir ekmek, bizdeki yarım ekmek civarında -belki biraz daha büyük- olduğu için, bir ekmek beni çok rahat doyuruyordu. Eğer su stoklarım sağlamsa yanında da bir kahve içerim. Normalde çaya ve kahveye şeker kullanmazdım ama turda anlık enerji ve kan şekeri düşmelerini engelleyebilmek adına bir şeker kullanıyordum.

Bu kahvaltı beni öğle saatlerine kadar götürüyordu. Tabi bu yaptığım yolun uzunluğu, engebesi; yani harcadığım enerji miktarına göre değişebiliyor. Kahvaltıdan iki saat sonra da acıkabiliyordum, öğlen saatlerini de geçirebiliyordum.

Balkanlardan Kačamak isimli muhteşem yiyecek. 3 kişi ancak yiyebilir ?

Öğle yemeğini yemeden önce genelde atıştırma yapardım. Balkanlarda her şey ucuz olduğu için börek, pide ya da benzeri ürünler satın alabilirken, bazen çantadaki kahvaltılıktan devam edebiliyordum. Avrupa’da ise pahalılık olduğu için denk gelir de ufak bir pastahane falan bulabilirsem hazır pizzalardan alıp, midemi bastırıyordum.

Her gün olmasa da, fırsat bulabildiğim her öğlen saatinde bir bira içerdim. Özellikle Avrupa bölgesi bittikten sonra hemen her gün içtiğimi söyleyebilirim. Bira vücudumu ve kafamı rahatlatıyor. Psikolojik olabilir ama bana dinginlik ve aynı zamanda enerji veriyordu. Öğlen birasından sonra kendimi daha iyi hissediyor ve daha iyi yol yapıyordum. Bulunduğum bölge ucuzsa ve oturduğum yeri sevmişsem bazen biralar iki ya da üç olabiliyordu. Bu süre, biraz prize takılan şarjın dolma oranıyla da alakalı. Daha önce de söylediğim gibi, bir mekana girdiyseniz sizden önce şarj aletiniz prize girer. Bu kadar içmenin sağlıklı olmayacağını da düşünenler olabilir. Hem vücut hem dikkat dağılması açısından. Haklı olabilirsiniz ama başta da söylediğim gibi, burada yazılanlar bünyeden bünyeye değişebilir ve kesinlikle önerilmez. Benim bünyem özellikle biraya alışkın olduğu için, bana meşrubat içmekten farklı gelmiyor. Bir de sizi beyniniz yönlendiriyor her zaman. Beyniniz, yolda olduğunuzu ve tekrar yola çıkacağınızı bildiği için kendinizi tamamen bırakmanıza izin vermiyor. Gündüz 3-4 bira içip hiçbir şey olmamış gibi 60-70 kilometre yol gitmişken, gece çadırda içtiğim 2 birayla çakır keyifliği yaşamışlığım vardır. Bu beyin denen yumuşak şey gerçekten acayip bir alet. ?

İtalya’da bir restoranda makarna yiyip, yerel biralardan yuvarlarken…

Öğlen yemeklerimi genelde bira molasından sonra yerim. Eğer atıştırma yapmamışsam öncesinde de olabiliyor tabi. Balkanlarda her şey gerçekten çok ucuz olduğu için o bölgede öğlenleri yemek yapmayla pek uğraşmadım. 10 liraya dünyayı yiyebilirsiniz. Fast food restoranlarında yiyebileceğiniz hamburgerin 3 katı büyüklüğündeki Pljeskavica, sadece 3-5 liraya falan denk geliyor. Kendinizi şımartsanız, bir restoranda oturup birayla beraber yemek yeseniz bile ödeyeceğiniz rakamlar 20-25 lira sınırını aşmayacaktır. Durum böyleyken öğlenleri yemek yapmayla uğraşmak biraz saçma olurdu. Yaptığım da oldu tabi ama genelde dışarıdan yedim. Tabi Balkan coğrafyası Vejeteryan ve Vegan arkadaşlar için çok uygun değil. Et yemekleri olmazsa olmaz gibi. Makarnaları çok sert, pişirmek çok uzun zaman alıyor. Bulgur yok, pirinçleri çok değişik. Dertli yani.

Avrupa’da ise durum tamamen farklı tabi. Avrupa’da dışarıdan yemek büyük sıkıntı. Oralara kadar gitmişken bir pizza, dondurma, makarna falan yemeden dönmek olmazdı tabi, arada böyle kaçamaklarım olmadı değil. Onları yemeden dönsem zaten ayıp olurdu, o kadar geziyorsun, yerel lezzetleri tatmadan dönmek biraz saçma olur. Neyse. Avrupa’da eğer uygun fiyatlı aperatif ya da geçiştirmelik bulamadıysam kahvaltılık ya da zaman varsa makarna yapıp yiyordum. Bazen marketlerden muz ve yanına da snickers tarzı çikolatalardan alıp, öğle saatini öyle idare ettiğim de oluyordu. Melemen yaptığım da olmadı değil ama bak.

İtalya’daki barlarda ve bazı restoranı olan benzin istasyonlarında biranın yanına bu şekilde salam – ekmek veren yerler oluyor. Genelde bir masada duruyor, istediğiniz zaman, istediğiniz kadar alabiliyorsunuz. Eğer utanma sorununuz yoksa bir bira içip karnınızı doyurabilirsiniz.

Akşamları tüm dünya bisikletçilerinin ve kampçılarının ortak yemeği olan, bekar evlerinin değişilmezi, yemek yapmayı bilmeyenlerin dostu makarna vardı elbette. Koreli ile tanışana kadar makarnayı genelde sade yapıyordum. Yanına da konserve falan alıyordum. Koreli’nin bana en büyük katkısı yemek yapma konusunda üşengeçliğimi atmamı sağlaması oldu. İlk günümüzde adam öyle bir makarna yaptı ki, resmen ağzım sulandı. Kendi makarnama acır gözlerle baktım. Benim makarna standart, suya at, kaynat, süz, ye mantığındayken adam içine salça, soğan, sosis falan katarak, görsel bir şölen haline getirdi yemeği. O günden sonra ben de salça, soğan, mantar, mısır, ton balığı gibi ek gıdaları da sürekli yanımda bulundurmaya başladım. Önce ufak tencerede yağ, soğan ve salçayı kavuruyor, tercihe göre mısır ya da mantarı ekleyip güzelce kavuruyordum. Kavurma bittikten sonra da standart makarnamı yapıyordum. Makarna bitince, kavrulmuş olan tarafı makarna tenceresine boşaltıp, karıştırdıktan sonra afiyetle gömüyordum. Gömmek bizim işimiz.

Bosna’da yaptığım standart bir makarna. Sadece tuz, pul biber ve kekik eklenmiş.

Birkaç kez pilav yapmaya da yeltendim ama ufacık tencerelerde pilav işi eziyetli. Tavsiye etmem. Özellikle benim gibi beceriksizseniz hiç uğraşmayın.

Tabi bazen farklı yemekler yaptığım da oldu. Sadece konserve tükettiğim akşamlar da oldu, salata yaptığım akşamlar da. Bölgenin fiyat uygunluğuna göre dışarıda yediğim akşamlar da oldu, zeytinli ekmek kemirerek geçirdiğim akşamlar da. Bazen insan üşeniyor. Yukarıda bahsettiğim salçalı soğanlı makarna hem besleyici, hem doyurucu, hem lezzetli ama tencereleri temizlemesi de bir o kadar zahmetli. Ormanın içindeyseniz, yabani hayvan çekme korkusuyla hepsini yıkamanız ve temiz bir şekilde çadıra koymanız gerekiyor. Ne kadar uğraştırırsa uğraştırsın, maliyet olarak bütçeyi en az zorlayanı tabii ki makarna. İçine koyacağınız ek gıdalarla fiyat biraz artabiliyor tabi ama tercih meselesi. Sen koymazsan kimse sana neden koymadın demez.

Yemekten sonra hava zaten kararmış olduğundan genelde çadırın içinde geçiririm zamanımı. Çadır dışında çok sivri sinek ve börtü böcek olduğu için pek sevmiyorum. Öyle ateş yakayım, orman içinde bir kamp havası yaratayım durumlarına hiç girmedim. Zaten Avrupa’da kamp yapmak yasak olduğu için ateş yakıp yerimi belli etmek mantıklı olmazdı. Çadırda ise hemen her gece bir içeceğim olmuştur. Avrupa ve Balkanlar alkol fiyatları konusunda uygun memleketler. Özellikle şarap çok uygun. 1-2 euroya içilebilir seviyede şaraplar alabiliyorsunuz. 3-4 euro verirseniz baya kral şaraplar denk gelebiliyor. 5 euro civarına viski, 10 euro civarına büyük şişe Jager alabiliyorsunuz. Jager’i de sağolsun Karadağ’da karşılaştığımız Altan vermişti de, ondan sonra ara ara aldım. Soğuk gecelerde iyi gidiyor, vücudu sağlıklı tutuyor. İlaç gibi mübarek. Altan’ın sitesine de girin bakın, onun da güzel turları var, çok güzel fotoğrafları var. Benim gibi fotoğraf özürlü değil.

Geceleri rom dahil, her türlü alkolü tüketmişliğim oldu. Her gece birer ikişer kadeh, müziğe eşlik eder, vücudun yorgunluğunu alır, vücudu uykuya hazırlar, yumuşatır, tatlı bir adam olursun, yanaklarını sıkasın gelir. Tabi bu tarz yüksek alkollü içeceklerin bira gibi çok tüketilmesini önermem. Sabah eşek tepmiş gibi uyanabilir, mide ve su kaybı sorunları yaşayabilir, yollarda dikkatinizin dağılmasını sağlayabilecek ve hayatınızı riske atabilecek etkenlerle uğraşabilirsiniz. Aslında gece içeceğiniz alkol ne olursa olsun, miktarını düşük tutmak en iyisidir. Benim kantarın topuzunu kaçırmışlığım var, oradan biliyorum.

Uymayın siz bu deliye.

İlk yorum yapan sen ol!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir