Turda üç ayı geride bıraktım. Kosova’yı ülkeden sayarsak, 14 ülke gördüm. Benim aklıma gelenler ve arkadaşlarıma sorduğum en’li sorular ve cevaplarını şöylece bir yazayım dedim. Daha eklenecek çok şey vardır eminim ama aklıma gelenler bunlar. Arada kesin unuttuklarım falan vardır, bilirim ben kendimi. Neyse, hadi bakalım, keyfini çıkarın.
En uzun mesafe:
Parma’nın 8 km gerisinden Lago di Garda’ya yaptığım 152 km’lik yol. Dümdüz yoldu, pek bir “vay be” denilecek durum yok aslında ama Osman Kıtay için küçük, benim için ise büyük bir yoldu. Bu kadar mesafeyi tek günde aşmamın sebebi ise, İtalya’nın ova kısmından tek günde kurtulmaktı. Ova kısımları sıkıcı, ova kısımlarında kamp yeri problemli, ova kısımlarında su bulmak zor, ova kısımlarında insan bulmak bile zor. Ah ulan ova kısımları.
En yüksek geçit:
Bunu yapabildiğim için kendimle çok övünüyorum. 2760 metre yükseklikteki Passo Dello Stelvio’yu geçmiş olmanın gururunu yaşıyorum. Bak yazarken bile tüylerim diken diken oldu. Çok zevkli, çok zor, çok uzun, çok heyecan verici bir gündü. Birçok “en” kategorisinde Stelvio’yu görebilirsiniz.
En zor gün:
Zorluk açısından, evet, Stelvio çok zordu. Kosova’da yaptığım yaklaşık 15 kilometrelik toprak yol sürüşü de zordu. Zira 11 kilometre civarı tırmanış içeriyordu. Psikolojik açıdan ise, warmshowers evlerinde kalıp sosyalleştiğim günlerin sonrası hep çok zor geçiyor. İki gün kendimi toparlayamıyorum. Yalnızlık psikolojisi gerçekten ağır geliyor. Fotoğraflara bakarak, hüzünlü şarkılar dinleyerek ve kısa mesafeler alarak geçiyor her “sosyal gün” sonrası.
Bosna
En çok kullandığın ekipman:
Pedal? Asdjfk Şaka tabi. O zaten banko. Kap kacak tabiî ki çok kullanılıyor. Sanırım Garmin.
En mutlu gün:
Özkan ve Özlem’le Trnava’da buluştuğum gün. Birileriyle kalıyorsun, birileriyle muhabbet ediyorsun falan ama seni gerçekten anlayan, tanıyan, seven, değer veren –ve tanıdığın, sevdiğin, değer verdiğin- insanlarla karşılaşmış olmak. Oh yes. Yazarken bile tüylerimden diken diken. En mutlu olduğum gün Tınmaz’larla buluştuğum gün. Net.
Tjentiste / Bosna
En çok küfrettiğin ekipman:
Garmin. Net. Bazen beni delirtiyor. Bazen o kadar saçma yollar gösteriyor ki, taşı alıp vurasım geliyor üzerine. Çok ağır küfürler ettiğim oldu kendisine. Bazen beni merdivenlere sürüklediği, bazen keçinin bile geçerken “ne zor yolmuş be” diyebileceği yollara yönlendirdiği oluyor ve en ateşli sekslerimizi o zaman yapıyoruz. İlahi Garmin. Bazen Garmin yerine bu rotaları hesaplayan programı yazan kişiye de sövdüğüm oluyor. Onun da kulakları çınlamalı.
En az kullandığın ekipman:
Taşınabilir duşu sadece bir kez kullandım. Çok ihtiyacım olmadı. Ağırlık ve yer olarak bana bir külfeti olmadığı için şikayetçi de değilim. Yedek iç lastiklerimi ve yamaları falan hiç kullanmadım, umarım kullanmam.
Budva / Karadağ
En gereksiz ekipman:
Güneş paneli. Ağırlığı fazla ama faydası çok fazla değil. Yani hayalimdeki plan, bisikletin arkasına asıp sürmeye devam ederken aletlerin şarj olmasıydı ama o işler öyle yürümüyormuş. Durman ve gerçekten sağlam bir güneş görmen gerekiyor. Ağırlığı yüzünden Tınmaz’larla buluştuğumuzda geri yolladım.
En dayanıklı ekipman:
Kulladığım Schwable lastikler. Traktör lastiği gibi. Bazen öyle kötü yollara girdim ki, sanırım bu sefer lastiği yardım dediğim çok an oldu. Tüm leş yollara rağmen tek bir patlağım bile yok. Yol tutuşu muazzam. Tüm böyle uzun ve zorlu parkurlar içeren turculara tavsiye ederim. Schwable Maraton Plus. Asfalt yollarda hız kaybı yaşayabilirsiniz ama bir toprak yola girdiğinizde, bisikletten inip lastiklerinize ateşli bir öpücük kondurasınız gelecektir.
En klas ekipman:
Ricoh ve Yöneliş bilgisayar tarafından bana turda kullanmam için verilen Ricoh Theta S 360 derecelik kamera turun en klas ekipmanı. Gözüm gibi bakıyorum kendisine. Çekim kalitesi muazzam. Sizi 360 derece fotoğraf çekmek için elinizle telefonla kendi ekseniniz etrafında dönme derdinden kurtarıyor. Tek tuşla anında 360 derecelik fotoğrafı çekebiliyorsunuz. İsterseniz wifi özelliği sayesinde uzaktan kontrol de edebiliyorsunuz. Bu ürün gerçekten çok klas ve eminim çok tutacak.
En tırrık ekipman:
Yanımda getirdiğim bilgisayarım olabilir. Çalışana kadar çoğu zaman isyan ettirdi ve bir süre sonra çalışmayı da bıraktı. En yarı yolda bırakan ekipman kategorisinde başı bilgisayar çeker. Onu ikinci el olarak aldığım şahsı muhteremin de kulaklarını çınlatalım tekrar.
Kolaşin / Breza Partizan Mezarlığı / Karadağ
En güzel ülke:
Zor soru. Tabiat olarak İsviçre çok güzeldi. Karadağ kalbimde her zaman çok önemli bir yerde. İnsanları müthiş iyiler. Kamp yeri sorunu yok, kıyılar haricinde su sorunu yok. Fiyatları da diğer balkan ülkelerinden çok az daha yukarıda olmasına rağmen, avrupadan çok daha aşağıda. Karadağ benim en sevdiğim ülke oldu. Bir daha gitmeyi ve orada tanıştığım güzel insanları bir kez daha görebilmeyi çok isterim. Güncel olarak şu an içerisinde bulunduğum Sırbistan da kalbimde büyük bir yer kazandı. İnsanları çok sıcak, doğası çok güzel. Sosyalizmin etkisini hala hissedebiliyorsunuz ve bu hayatınızı kolaylaştırıyor.
En tırrık ülke:
Bu da zor soru. Sanırım Slovakya ? Pek bir esprisi yok ucuz olması dışında. Yola çıktığımdan beri en kötü yollar ve en kötü şoförler burada. Ondan sonrası Bosna olabilir. Yakınlar. Gerçi Slovakya’ya girdiğim bölümler çok kötü gelmişti ama kuzeye doğru ilerledikçe güzel doğası beni tavlamayı başardı. Slovakya’nın batısı diyeyim. Genel olarak tüm ülkeler güzeldi aslında. Doğasıyla ya da insanlarıyla “arkadaş buraya geldiğim güne de lanetler olsun” diyebileceğim bir ülke yok aslında.
En berbat gün:
Psikolojik olarak en berbat günüm, Massa’da Valter diye bir abinin evinde kaldığım günün ertesi günüydü. Valter çok iyi bir insan, evleri çok güzel. Çok güzel muhabbet ettik, ertesi gün de ayrılmak zor geldiği için öğlene kadar oturup sohbete devam ettik. Oradan ayrıldıktan sonraki ilk gece kampı baya zor geçmişti. Yalnızlık hissini ciğerime kadar hissettiğim, lanet bir gündü.
En ıslak gün:
İsvriçre’de Passo Albula’nın zirvesine tırmandıktan birkaç dakika sonra dehşet bir yağmur başladı. Tepedeki restoranda bir saat bekledikten sonra, yağmurun dinmeyeceğine kanaat getirip, o hayvani yağmurda aşağı indim. Yağmur geçirmez ekipmanlara rağmen balığa dönmüştüm o gün. Yine de çok keyifliydi. Ondan sonra Sırbistan’da yaşadığım son iki günüm baya ıslak geçti. Şu an tüm eşyalarım bir otel odasında kurumayı bekliyor. Ayağıma giyebileceğim tek kuru çorabım, üzerime giyebileceğim tek kuru kıyafetim yok. Baya ıslak iki gündü.
En kısa gün:
Garda gölü civarındaki günler hep en kısalarıydı. Toplasan 60 kilometrelik yolu 3 günde geçtim. Her kasabada durdum, her güzel sahilde kamp yaptım. Ölümcül yatış diye adlandırabileceğimiz bir üç gündü. Oraları görseniz hak verirsiniz.
Mitroviçe / Sırbistan – Kosova
En eğlenceli gün:
Garda gölünün kenarında kaldığım bir akşam, şarj için bir bara gittim. Orada çok güzel bir grup canlı müzik yapıyordu. Masama oturan Alman bir çiftin 3-4 yaşlarındaki kızıyla gece boyunca oynamam da beni çok eğlendirmişti. O gece güzel eğlenmiştim. Bir de aklıma gelen, o sıralar Balkan turunda olan Altan ve yolda tanıştığı Önder ve Bora ile Budva’da geçirdiğimiz iki gün/gece güzeldi.
En tehlikeli gün:
Slovakyadayken bir gece kampında birden çok fazla kere ayı sesi duydum. Çok yanaşmadı ama ömrümden birkaç yıl gitmiş olabilir. Ayı lan bu, görmediniz mi Leonardo Di Caprio’yu ne hale getirdi. Ki ben başrol oyuncusu bile değilim. Hayatta kalmam imkansız.
Kosova – Karadağ sınırı yolu
En alkollü gün:
Saçma bir gündü. Gün içinde yeterince içmiştim aslında ama canım fazlasını istedi. Yine Slovakyadaydım. Akşam yarım şişe şarap içtim ve yetmediğini düşünüp, karanlığa rağmen 8 kilometre ötedeki şehir merkezine gittim, bir bira ve bir şişe şarap alıp, hepsini içtim. Gecenin sonu biraz yamuktu. Olsun ama, güzeldi.
En hasretli gün:
Yukarıda da söylediğim Valter’ın evinden ayrılıp, Cinque Terre tepesinde kamp yaptığım gün, hasretin maksimuma vurduğu gündü.
En uzun duş almadan geçen gün:
Sanırım beş gün. Çek Cumhuriyetinde. Oradaki akar suların rengi kahverengi gibi. O yüzden derede ya da taşınabilir duşta yıkanamadım. Prag’dan çıkıp Brno’ya vardığım gün beşinci gündü ve etrafa kötü kokular yayarak dolaşıyordum. Saçlar doğal rasta. Taşak kokusundan hiçbir yabani hayvan yaklaşamadı sdjaf.
En güzel hatunlar:
Hatunlar hep şehir merkezlerinde güzel. Köy ve kasabalarda yaşayanlar kendilerini daha bir salmış oluyor ama şehir merkezindeki hatunlar bakımlı oluyor. Şehirlilik. Çek Cumhuriyeti – Brno, aynı günde birçok kez kafamı oynar başlık haline getiren yer olmuştu. Ablalar güzel. İyi de giyiniyorlar. Bizimkisi göz tiryakiliği işte. O hep anlatılan İtalyan hatunları olayı tamamen masal. Alman hanım kızlarımızın da potansiyeli var. Sırp hanım kızlarımız da fena değiller. Benim hanım hepsinden güzel tabi. (gelsin bonuslar)
En güzel biralar:
Alman biraları hepsini döver. Her kasabanın kendine has markası var ve o kasabadaki tüm barlarda o biradan içebilirsin. Diğer markalardan bulamazsın. Başka bir kasabaya gittiğinde de durum aynı. Aynı marka biradan içebildiğim iki farklı kasaba yok gibi bir şey. Sadece Pauliner ilk girdiğim bölgede biraz yoğun kullanıldığı için farklı kasabalarda görebildim. Onun dışında yok. Çek biraları da güzel ama ben oyumu Almanlardan yana kullanırım. Marka sormayın. Hepsi güzel.
En ucuz bira:
Balkanlarda marketlerden bira alıyorsanız fiyatlar 1 lira civarına kadar düşebiliyor. 1 euro demiyorum, 1 lira. Şaka gibi. Barlarda ise durum çok da farklı değil. Orada da ortalama 1 euro civarı bir para ödüyorsunuz.
Nikşiç / Karadağ
En çok özlediğim şey:
İşin duygusal boyutlarını falan katmadan, tura çıktığımdan beri en çok özlemini çektiğim üç şey oldu. Demleme çay, rakı ve taharet musluğu. Bunlar avrupada ve balkanlarda yok. Çayı Bosna’da Mostar’da bulabilirsiniz ama diğerleri yok oğlu yok. İtalya’da taharet musluğu yok ama klozetin yanında, klozet benzeri bir alet daha var. İşini bitirdikten sonra da orada yıkama olayını hallediyormuşsun. Tabi bu her yerde yok, sadece evlerde falan oluyor.
Hiç özlemediğim şey:
İstanbul’u zerre özlemedim. Trafiğini, insanlarını, o kaosu hiç özlemedim ve ömrümün sonuna kadar görmesem eksikliğini çekeceğimi sanmıyorum. Burada İstanbul’u anlatırken “bir sürü kızgın insanın yaşadığı bir şehir” olarak anlatıyorum. Haksızsın diyenin ağzına kürekle vurabilirim.
En güzel yemek:
Sırbistan ve genel olarak Balkanlar et yemekleri ile ünlü. Veganlar bu kısmı okumadan geçebilir dsjfa. Çevapi ve Pleskavitsa benim favorilerim. Pleskavitsa, hamburger etini düşünün, onun sekiz katı falan büyüklükte geliyor ve hamburgerden daha ucuz. Porsiyon olarak ya da hamburger gibi kocaman bir pidenin içinde yiyebilirsiniz. Hamburger stayla olanı yaklaşık 4-5 liraya geliyor. Şaka gibi.
En mutlu insanlar:
Balkan insanları mutlu agalar. Sabah kahvaltısından önce -ki kahvaltı kültürleri yok aslında- kahve ve rakija içen adamın mutsuz olmasını bekleyemezsin. Sürekli bir alkol hali var. Alkol mutluluktur. Fakirler ama mutlular.
Aklıma gelenler ve getirilebilenler, getirilebilenlere mantıklı cevaplar bulabildiklerim bunlar. Sormak isteyeceğiniz sorular olursa yorum olarak sorun, cevaplayalım. Elimize mi yapışacak aq?!