İki Yol…

Sincap taarruzu sebebiyle kirletilmiş çadırımı toplayıp, güzelce bir kahvaltıdan sonra tekrar yola koyuldum. Pignone de taş döşeli kaldırımları ve genişçe meydanıyla diğer İtalyan köylerinden farklı değildi. Pignone’dan sonra önümde sağlam tırmanışlar ve sonunda da 992 rakımdaki Passo Casoni vardı. Bu yolu bana Massa’da evinde kaldığım Valter tarif etmişti. Buradan sonra tekrar aşağı inip, yaklaşık 1500 rakımdaki başka bir geçidi tırmanarak, tekrar ovaya ulaşacaktım.

Pignone’dan sonra dar yollardan kıvrıla kıvrıla Passo Casoni’ye ulaştım. Buraya kadar tüm yol gayet güzeldi, haritada belliydi, herhangi bir sıkıntı yoktu ama buraya geldiğimde önümde iki yol görünüyordu. Bir tanesi toprak, bir tanesi asfalt. Garmin bana toprak olan yolu gösteriyordu ama google haritalardan baktığımda önümdeki asfalt yolun dümdüz aşağı, Mulazzo’ya kadar indiğini görüyordum. Garmin’in yine bir puştluk peşinde olduğuna kanaat getirerek, sırtımı google ve onun haritalarına yasladım ve yoldan aşağı yardırmaya başladım. Garmin’in sabıkası çoktu. Koca Google dururken ona güvenecek değildim.

Yol yağ gibi akıyordu ama ufak ufak da ıssızlaşmaya başlıyordu. Yani yol kenarlarında asfalt üzerinde çıkmış ağaçlar, yolun ortasına kadar yuvarlanmış koca taşlar. Yol yüksek sesle bağırıyordu: ben uzun zamandır kullanılmıyorum! Garmin de navigasyondan sürekli “uygun bir yerden U dönüşü yap kanka, sonra üzülürsün” diye uyarı çıkarıyordu. Bir bit yeniği olduğunu hissetsem de devam ettim. Sonuçta yol kapalı da olsa, her zaman bisikletle geçebileceğim bir delik bulabiliyordum.

Yaklaşık iki kilometre indikten sonra kaçınılmaz sonun geldiğini gösteren işaret, yolun ortasında duruyordu. Yan yana koyulmuş iki beton blok, “kardeş, bundan sonrasını istersen zorlama” diyordu ama bu kadar inmiş bir bisikletli olarak, biraz da inatçı kişiliğimin bana vermiş olduğu yetkiye de dayanarak devam ettim. 50 metre sonra yola yatay olarak yerleştirilmiş koca ağaçlar, kulağıma Musa Eroğlu’nun “yolun sonu görünüyor” türküsünü söylemeye başlıyordu. Ağaçların kenarından geçtiğimde, oradaki yolun artık orayı terk etmiş olduğunu gördüm. Ayrılık olarak kötü zamanlama seçmiş. Toprak ile aralarındaki sorun neydi bilmiyorum ama bence konuşarak halledebilirlerdi dsfals. Yağmurla beraber sadece yol değil, koca bir tepe olduğu gibi yok olmuş ve yolun diğer tarafı ile yaklaşık 30 metrelik bir çukur oluşmuştu. Vayamısına koyim dedim. Kanlı canlı bir toprak kayması uçurumu. Ne değişik. Ne vahşi. Ne zamansız.

Tabi serde var inatçılık. Şansımı son ana kadar denemezsem gözüm açık gider. Bisikleti bırakıp, bir şekilde patikadan tırmanarak bir yol bulmaya çalıştım. Hesapta çantaları ve bisikletleri tek tek karşıya taşıyacaktım ama kendimi bile karşıya taşıyacak bir yol bulamadım. Zaten uçurumun kenarından, boş ağırlığı 20 kiloyu bulan bir bisikletle geçmek azraille dans etmek anlamına geliyordu ama lanet olsun içimdeki maceraperest piçe işte. Yüksüz bile geçebilecek bir yol bulamayınca gerisin geriye döndüm. Vayamısına koyim dedim ve tekrar yukarı tırmanmaya başladım. Garmin’in ilk kez haklı çıkıyor olması da bir yandan canımı sıkıyordu. Kedi olalı bir fare tutmuştu, bu kez de ben ona inanmamıştım.

Tekrar yukarı ulaştım ve hemen zirvedeki salaş barda durup bir bira molası verdim. Ancak bir bira beni kendime getirebilirdi. Kaybetmek zor psikoloji. Kaybetmeyi kabul etmek gerekiyor bazen ve bunu da her zaman olduğu gibi bir bira ile paylaştım. Mekan çok güzeldi, manzara çok güzeldi ve içimdeki geri çıkmış olmanın derdi de bira ile eş zamanlı olarak azalıyordu. Barda gördüğüm bir dayıya nereden devam edebileceğimi sorduğumda o da bana Garmin’in ilk gösterdiği yolu tarif etti. Bunu söylemekten nefret ediyordum ama Garmin kazanmıştı ve mecburen onu takip ettim.

Yol, leş bir toprak yoldu. Sadece toprak olsa dert değil de, taşlı bir toprak yoldu. Gidon hakimiyetini kaybettiğin anda yeri öpme garantisi veriyordu, göğe doğru yükselen sivri taşlar. Oynak ve sivri taşlar arasında bir yol ayrımına geldim. Tabelalar falan denk geliyordu arada ama hiçbirisi benim gitmeyi planladığım köyün adını yazmıyordu. Garmin’e uymaktan başka şansım yoktu. Yerdeki taşlar o kadar sivriydi ki, oradan lastikleri parçalamadan çıkacağıma ihtimal vermiyordum ama artık içimdeki psikoloji yüksek sesle “göte giren şemsiye açılmaz kanka” diye bağırıyordu.

Bir şekilde o yolu bitirip bir köye ve asfalt yola ulaştım. Oh hamısına, dedim. Sonunda, dedim. İneyim de öpeyim şu asfaltı, dedim. Garmin’i kontrol ettim, asfalta ulaşmışken bana yine toprak yolu tarif ediyordu. Asfalt yolu seçmeye çalışıyordum ama ilerideki köyden sonra tekrar yolda bir problem olduğunu söylüyordu. Google haritalara baktım, bir sorun görünmüyordu. Daha önce Garmin’e güvenmeyip ana yoldan gidip geri döndüğüm için, bu sefer Garmin’e güvenmeyi tercih ettim ve gidonu toprak yola çevirip, bastım yokuştan aşağı doğru. Yolun girişindeki “girme bak, sonra üzülürsün” demek isteyen tabelayı, Garmin’e olan güven duygusuyla kıçımın kenarıyla gülerek geçtim.

Yol bir süre sonra daha önce geçtiğim topraklı taşlı yoldan daha beter hale gelmişti. Yolun ortasından çıkan ağaçlar, her yanı saran dikenler, önümden kanatlanan koca kuşlar, “ne yapıyorsun lan burada” diye merakla üzerime çullanan sinekler eşliğinde, bir yanım “geç olmadan dönsen iyi olur”, derken, diğer yanım “geçen sefer Garmin bilmişti, vardır bir bildiği, devam et koçum” diyordu. Yol o kadar dikenlerle kaplanmıştı ki, yolun sonu olsa bile lastiği patlatmadan buradan çıkabileceğime ihtimal vermeyerek ama kıçımdaki o şemsiyenin açılma denemelerine de gözümü kapatarak aşağı doğru yardırmaya devam ettim. Bir süre sonra yol düzelir gibi olunca sevindim. Oh be, dedim, Garmin ya, dedim, bir bildiği var şerefsizin, dedim. Bunu dedikten yirmi metre sonra döndüğüm viraj ile birlikte birkaç saat önce beni karşılayan beton bloklar yine selamlıyordu beni, tüm sevimsizliği ile. Vayamısına koyim dedim. Blokların arkasında yine büyükçe bir çukur karşıladı beni.

Yaşadığım psikolojik düşüşü anlatamam. Son saniye golüyle şampiyonluk kaçıran taraftardım. Yatırmadığı sayısal kuponuna büyük ikramiye çıkan adamdım. En taşaklı müşterisinin tüm parasını hissesine yatırdığı firmanın batışını gazetede okuyan broker’dım. Aynı günde ikinci kez uçurumun kenarında kalmış ve tekrar 3 kilometrelik topraklı ve dikenli yolu geri çıkmak zorunda kalacak bisikletçiydim.

Orada panikledim. Bilincim oynadı yerinden. Tekrar aynı yolu geri çıkma hissi beni çıldırtmıştı. Uçurumun üzerinden, aşağısından, ortasından; nasıl olursa bir şekilde karşıya geçebilmek için her şeyi denemeye çalıştım kontrolü kaybedip. Elimde kocaman bisiklet, çukurun alt taraflarından bir yol bulma derdi içinde, dik yamaçta, yol olmayan ormanda, çalılar tarafından yutulurken bir anda durdum. Bağırdım, çağırdım, küfür ettim, kıçımdaki şemsiyenin zorlayan acısını hissettim. Zorlamanın anlamı yoktu. Eşek gibi geri çıkacaktım yolu. Garmin, hepimizin bildiği bozuk saat atasözünü hayata geçirmişti. Bir kez doğru yolu göstermişti ve yine aynı bokun soyu olmaya devam ediyordu.

İndiğim yol çok kötü olduğu için çıkarken sürme şansım yoktu ve o 2-3 kilometrelik ormanlık yolu iterek geri çıktım. Asfalt yolun sapağına ulaştığımda o sırada yoldan geçen kişilere, asfalt yolun açık olup olmadığını sordum. Açık dediler. Bir kez daha sövdüm Garmin’e. Kaymak gibi asfalt yoldan, yokuş aşağı, tek pedal çevirmeden Mulazzo’ya kadar ulaştım. Mulazzo güzel bir kasaba ama kafamın bozukluğu ve artık havanın kararmaya yakın olması nedeniyle orada duramadan aşağı doğru devam ettim.

Pontremoli civarına geldiğimde, yolun solundaki açık arazideki bir ağacın altına çadırımı kurdum. Powerbank ve Garmin dahil, üzerimdeki tüm elektroniklerin şarjı bitmişti. Çadırın tavanına bakarak uyumaya ve yarın çıkacağım geçit için dinlenmeye çalıştım.

Şemsiyenin acısı hala kıçımdaydı ve bana bu yolu tarif eden Valter’ın da o gece kulak çınlamasından uyuyabildiğini sanmıyorum.

3 Yorum
  1. […] birçok kez yolların heyelanla çökmüş olduğunu gördüm ama bu abiler neyse ki, İtalyanlar gibi öylece bırakmıyorlar. Yolun eğer tamamı göçmediyse ya da yolun tek şeridinde bakım çalışması varsa, uzunca bir […]

  2. […] yollarını kullanıyordum ve onun da arada bir sapıttığını söyleyebilirim. İtalya’daki İki Yol yazısından hatırlayacağınız gibi, birkaç kez tarif ettiği yolun artık kullanılmadığına denk […]

  3. Otman dedi ki:

    Bu yazınızı her okuduğumda götümle gülüyorum dksfjkljsdlkf 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir