Massa’ya vardığımda evinde kalacağım Valter’a mesaj attım ve yerimi bildirdim. İşleri uzadığı için bana şirketinin adresini verdi. Navigasyona adresi girdim ve ulaştığımda, gördüğüm bir kafeye oturarak beklemeye başladım. Aradan bir saat geçtikten sonra Valter’dan “nerede kaldın” gibisinden mesaj geldi. Oysa ben geldiğimi düşünüyordum dfjas. Hangi kafede olduğumu yazdım ve bu sırada hava da kararmak üzereydi. Valter’ın olduğu yeri beş kilometre falan geçmişim. Navigasyondan ufak bir şaka daha.
Ben ona doğru, o bana doğru yola çıktı ve yolda buluştuk. Valter da uzun turlar yapan bir adam. Daha önce Afrika’da bile pedallamış. Onu takip edip evine ulaştık. Ev dediğim de ev değil, resmen hayallerinizde kurabileceğiniz en ideal yapı. Muhteşem bir bahçe, muazzam bir ev. Bahçeye duş sistemi kurmuş, sen burada duşunu al, ben geliyorum dedi. Bahçede sıcak suyla güzel bir duş aldım. Duş bittikten bir süre sonra Valter geldi. Biz bahçede oturup muhabbet ederken, eşi Marinella da müthiş bir akşam yemeği hazırladı. Marinella. İsmin zerafetine bak arkadaş. Kendisi de bir o kadar zarif ve tatlı bir insan. Konuşurken kırılacak adeta.
Yemekten sonra Valter, kasabada ücretsiz konser olduğunu ve oraya gitmek isteyip istemeyeceğimi sordu. E hadi gidelim dedim. Rüzgarlı ve yağmurlu bir günün sonuna biraz eğlence fena olmaz tabi. Muhabbet ederek konserin verildiği yere doğru ilerledik. Duvarda yazan “Berkin Vive!” yazısı, günün bonusu oldu. Konser alanına ulaşırken, içeriden gelen müzik, aslında “buraya gelmenize hiç gerek yok” diyordu ama belki adam seviyordur diye ses etmedim. İçerideki müzikten keyif alabilmek için birkaç extacy falan yutmak gerekiyordu. Sahnedeki trans müzikle gençler kendinden geçiyordu. Sahneye yakın bir yerde durduk. Birkaç dakika sahneye baktık. Ulan, diyorum, canlı müzik var diye geldik, ne çıktı. Bir fırsat bulsam da gitmek için bahane yaratsam diye düşünüyorum ama bir yandan da adam belki seviyordur diye saygısızlık da edemiyorum. Bir dakika sonra Valter boynunu büküp bana baktı, “bu müzikten hoşlandın mı” dedi, “beklediğim soru buydu, hadi gidelim” dedim dsufsd. İkimiz de oradan ayrılacağımız için mutlu bir halde kapıya doğru yöneldik.
Eve doğru ilerlerken arkadan hızla gelen bir araba sesi duyunca Valter beni tuttuğu gibi kenara fırlattı. Lan noluyor derken araba bizi hızla geçti. Ah bu gençler, dedi. Haplanıp çıkıyorlar, çok kaza oluyor buralarda, dedi. Bir abi gibi kol kanat germiş, sürekli tetikte olarak eve kadar götürmüştü beni. Müthiş adam ya jdjshd
Eve ulaştık, bahçede biraz oturup birer birayı gömdükten sonra yatış faslına geçtik. Uyumam için gösterdikleri oda adeta bir saray yavrusuydu. Huzurlu bir uykudan sonra sabah ettik. Valter gerçekten acayip düşünceli bir adam. Kendilerinde pek kahvaltı kültürü olmadığı için, bana özellikle siz kahvaltı yapar mısınız, kahvaltıda ne yersiniz diye sorup, ona göre bir şeyler hazırlamış. Kendi bahçelerinde yetiştirdikleri salatalık ve domateslerden de yolluk olarak hazırlamış. O da tecrübeli bir turcu olduğu için, bana ufak tüyolar verdi, bazı ayarları yapmamda yardımcı oldu. Gideceğim yöndeki görmem gereken yerler hakkında bilgiler ve tavsiyeler verdi. Daha iyi olacağını düşündüğü yolu tarif etti. Kendimi orada o kadar iyi hissediyordum ki, resmen gidesim gelmiyordu ve öğlene kadar muhabbeti bırakıp yola çıkamadım. Kendisiyle hala whatsapp üzerinden konuşuruz, hala bana sağlık, yemek gibi konularda tavsiyelerde bulunur. O da benim artık manevi abim.
Ayaklar geri gitse de, Valter ve Marinella ile vedalaşıp tekrar yola koyuldum. Valter’ın tavsiyesi üzerine önce Cinque Terre bölgesine uğrayacak ve onun tavsiye ettiği yoldan dağları aşıp, Parma üzerinden tekrar ovaya inecektim. Yolda içimde bir boşluk ile ilerlerken, yanımdan geçen bisikletli bir abi selam verdi. Yol üzerinde durup, ayak üstü muhabbete başladık. İş için daha önceleri birçok kez Türkiye’nin çeşitli illerinde bulunmuş. Türkiye’de bulunmuş ya da Türkiyeli insanlarla bir şekilde ilişkide bulunmuş her yabancı gibi o da “merhaba arkadaş!” demeyi gayet iyi öğrenmişti. Merhaba arkadaş, gerçekten fiks. Orta doğru ve balkanların en bilinen Türkçe kelimeleri olabilir sdufsa. Tekrar Türkiye’ye gelirse bana ulaşmasını söyledim ama ondan da geçen gün tanıştığımız İtalyanlardan aldığım tepkiyi aldım. Bundan sonra Türkiye’ye gelmeyi pek düşünmediğini söyledi. Sebebi belli, bir önceki yazının başlığına bakabilirsiniz. Sdofsd.
İstikamet olarak Cinque Terre bölgesini seçmiştim ama Garmin bir şekilde orayı bulamıyordu. Yol üzerindeki köylerin isimlerini girerek, yola öyle devam ettim ama Garmin, ayarlarda sadece anayolları göster dememe rağmen inatla beni trekking yollarına yönlendirmeye çalışıyordu. Hayır, takip etmiyorum ama insanın sinirleri bozuluyor. Orada cillop gibi kaymak gibi asfalt var ama alet bana, merdivenler ve keçi yolları içeren trekking yollarını göstermeye devam ediyordu. Ben anayoldan ayrılmadan devam ettim tabi.
Geç yola çıkmam, yolda ettiğim muhabbet ve yolun sürekli olarak iniş çıkışlı olmasından dolayı pek bir mesafe almadan günü sonlandırdım. Bölge çok yamaçlı olduğu için düzgün bir kamp yeri bulamadığımdan, Garmin’in beni ısrarla sokmaya çalıştığı trekking yollarından birine girip, yol üzerinde uygun bir yere çadırımı kurdum. Yürüyen çıkarsa da artık kenardan dolansın.
Manzaram muhteşemdi, şarabım vardı, müziğim vardı ama iki gündür güzel insanların yanında kalmış olmanın vermiş olduğu o sosyallik hissi, yalnız kaldığımda üzerime bir kabus gibi çökmüştü. Kendimi çok yalnız hissettim. Sevdiğim ve özlediğim insanlara olan özlemim milyon kat arttı ve oldukça zor bir gece geçirdim. Yalnız başınıza tura çıkıyorsanız, bir yerde bu yalnızlık hissi patlıyor işte. Yolda konuştuğun, evinde seni misafir eden insanlar iyiydi, güzeldi ama ertesi güne bıraktığı yalnızlık hissinin kuyusunu kazan mezar kazıcılarıydı aslında. Ertesi gün yalnız kalıp, çadırın tavanına bakarken, kendini o mezarın içinde buluyorsun. İnsan bazen yalnız olmayı ister ama neticede sosyal hayvanlarız. Fazlası zor geliyor. İki günlük sosyallikten sonra ise çok daha sert çarpabiliyor.
Bu hislerle sabahı zor ettim. Toparlanıp tekrar yola koyuldum. Takip ettiğim yol, yağmurda göçtüğü için mecburen 300 rakımdan sahil kasabalarından biri olan Vernazza’ya indim. Ortam güzeldi. Burada biraz zaman geçirmek istedim. Sahile indim. Saat 11:30 civarıydı. Bi denize gireyim dedim ama duş problemi yüzünden vazgeçtim. İndiğim yokuşu tekrar çıkmam gerekiyordu nihayetinde. Üzerinde tuzla süremezsin adamım. Konfor için zevklerden feragat etmek gerekiyor bazen. Şöyle bir etrafa bakındım, fiyatı uygun olan bir pizzacı görünce oturayım dedim. Masalardan birine yanaştım, sandalyeden birini çektim, tam oturacağım kadının biri geldi söylenmeye başladı. Canım, İngilizce yok mu sende? dedim, close close dedi. Here is for lunch! dedi söylene söylene. Ulan öğle yemeği dediğin saate yarım saat kalmış, neyin derdindesin? Orada anladım Bologna’da bana neden güldüklerini. Bunlar gerçekten manyak. Söylenerek uzaklaştım mekandan, oturdum bir kenara. Adamlar 12’de açtı mekanı ama gitmedim tabi. Gurur yaptım. Sjıofas.
Vernazza içlerine doğru devam edince sağda solda ekmek arası yapan, pizza satan bir sürü dükkan gördüm. İki dev ekmek arası ve bir biramı alıp, bir ara sokakta yerlere yayılarak ekmekleri ve birayı yuvarladım. Burası restoranda servet harcamak istemeyenlerin ortak adresiymiş meğersem. Eline pizza alan buraya gelip, bir kenara oturuyor. Gölgenin de bana vermiş olduğu yetkiyle 1-2 saat oturdum orada, birkaç bira eşliğinde.
Sonra tekrar sahil tarafına gidip, insanların oraya bağlanmış bir hortumla yıkandığını görünce duş sorunu da ortadan kalkmış oldu ve kendimi sulara bıraktım. Hortumdan duşumu da aldıktan sonra bir kenarda kendi halimde kurumayı beklerken, hemen arkamdan gelen Türkçe konuşmalara dönüp, selam verdim. Abiler de Cinque Terre bölgesindeki trekking yollarını yürümek için gelmişler. Yürümek için gerçekten çok ideal yerler. Manzara muhteşem ama kamp yeri için biraz sorun yaşayabilirsiniz. Tavsiye ederim ama kamp yeri bulamazsanız sizi sallamam, umurumda bile olmazsınız. Gezmeli tatil için de oldukça güzel yerler. Tüm bölgeyi dolaşan bir tren hattı var. Her sahil köyüne uğruyor. Trenle tüm sahil şeridini gezebilir, her köyde bir İtalyan şarabı yudumlayabilirsiniz. Fiyatları bilmiyorum. Zenginler piçler eklesin sdklfs.
Muhabbet, bira, yemek, deniz ve kuruma faslı bittiğinde, tekrar beni bekleyen yokuşlara vurdum kendimi. Hedefim çok gitmeden güzel bir kamp yeri bulmaktı. Bu dik yamaçlarda doğru düzgün bir kamp yeri bulmak ise neredeyse imkansız gibiydi. Orası olmaz, burası yamuk, burası çok karanlık, burada çok sinek var falan derken Pignone kasabasına kadar geldim. Köyün içinden geçerken, nehir kenarındaki eski binanın yanında bir düzlük görünce daldım oraya. Yok köye yakınmış, yok biri bir şey dermiş falan diye düşünecek durumda değildim.
Hızlıca çadırımı kurdum, dünden kirli kalan tencereleri derede yıkadım, güzel bir makarna yapıp şarabın tadını çıkarmaya başladım. Arada bir geçen arabaların sesi rahatsız etse de, daha sonra yaşayacağım taarruz karşısında araba sesleri çok da mühim olmayacaktı.
Sakin bir şekilde uyudum ama her gece olduğu gibi saat 2 civarı yine uyandım. Dışarıdan çadıra biri bir şey atıyordu. Pıt. Pıt. Pıt. Ulan diyorum, bu saatte böyle şaka mı olur?! Aklıma bin türlü saçmalık geliyor. Bir cesaret dışarı çıktım, sağa sola ışık tutuyorum, kimse yok. Tekrar çadıra girdim, tekrar başladı. Pıt. Pıt. Pıt. Aklımı yitireceğim. Herhalde cinler bastı diyorum artık dshfsd. Öyle böyle derken, pıt pıt sesleri arasında yine uyuya kaldım. Sabah kalktığımda her şey normal görünüyordu. Çadırdan çıkıp etrafa baktığımda, gece taarruzunu yapanların, dibinde uyuduğum ceviz ağacına dadanan sincaplar olduğunu fark ettim. Zira çadırın üzeri ve etrafı komple ceviz kabuğuydu.
Korkuttunuz piçler.