Sonunda Slovenya’ya girebilmiş olmanın rahatlığı ile otobandaki ilk sapağa kadar bisikleti ittim ve ilk sapaktan saptım. Net bir hedefim olmadığı için, haritada görünen ilk yerleşime doğru devam ettim.
Slovenya’daki yollar daha bir muhteşemdi. Bisikletini alan sokağa çıkmış, herkes Sagan gibi yardırıyordu. Slovenya’ya girdiğim andan itibaren bisiklet kullanımı baya arttı. Teyzeler dayılar beni sollayıp geçiyorlar, adamın morali bozuluyor. Beni her geçen teyze sonrasında aynı bilindik yalanı söylüyordum kendime; canım ama benim de yük çok fazla şimdi …
En yakın yerleşim olan Brezice’ye vardım ve Hırvatistan’da sınırdan çevrilince yeniden çektiğim Hırvat paralarını düşük kurdan tekrar Euro ile değiştirdim. Yine girdi. Oturdum bir bira içtim ve ucuz hostel aradım. Zaten bir tane ucuz mekan vardı yerleşimde. Oraya doğru gidip bir oda tuttum. Odalar falan baya güzeldi. Tek sıkıntı tuvalet banyo ortak olması. Ucuz olup da, özel banyo tuvaleti zaten sadece Balkanlarda bulabilirsin, o yüzden dert etmedim çok fazla. Oturdum, ucuzundan aldığım Jager eşliğinde bir şeyler yazdım (o zaman bilgisayar çalışıyordu), yedim, içtim takıldım, duşumu aldım, misler gibi koktum. Sabah hedef Ljubljana’ya varmaktı. Orada bir warmshowers daha bulmuştum. Erkenden kalktım, suları musluktan doldurdum ve bastım pedala.
Alışkanlık ya, gözler hep kahve içmeye yer arıyor sabah için ama yok. Batıya gittikçe alışkanlık haline gelen her şeyi bulamamaya başladım. Bir de mide gurultusu başladı ve çok uzak olmayan bir bağırsak kusması sinyalleri gönderdi. Acilen açık bir yer bulmam lazım ama yok oğlu yok. Bir de burada evler yakın, ormanlık pek alan yok, hadi gireyim de çövdüreyim de diyemiyorum. Bir müddet dayandıktan sonra, artık durumun dayanma evresini geçtiği anda bir çalılık imdadıma yetişti. Mideyi fena bozmuştum. Toparlandım, yola devam ettim, derken bu sefer sol gözüme bir şey kaçmış gibi hissettim ama ne kadar uğraşsam da bir şey çıkmıyor. Bir süre de tek gözle idare ettim ama olacak gibi değil. Feci bir batma ve yanma hissi var. Gözümü kırpamıyorum. Bıçak saplanıyor sanki.
Mola verdim. Sudan bir yudum aldım ve mide anında tepki gösterdi. Hostelin suyu bozdu motoru.
Şansıma tren hattına yakın bir yerdeydim. Trene binip Ljubljana’ya geçmeyi düşündüm. Yolda nasıl olsa göz de geçer dedim ama göz, gittikçe daha kötü olmaya başladı. Her göz kırpması, bıçak gibi batıyor. Trenden indim, ne yapacağını bilmez bir halde bakınıyorum sağa sola. Gerçi bakınamıyorum da aslında fjsja Başak döner diye tabela görünce daldım içeri. Süleyman abim, yakasına Sülejman yazmış Slovenler söyleyebilsin diye. Havadan memleketten muhabbet derken benim göz artık açılmayacak hale geldi. Baktım olacak gibi değil, bir hastaneye göstermeye karar verdim. Hazreti Google’da görünen en yakın hastaneye gittim ama bina bir garip. Neresi hastane anlamak mümkün değil.
Eczane gibi bir yer görünce daldım içeri. Millet bekliyor falan ama benim canım fena yanıyor, bir bankoya yaklaştım, yardıma ihtiyacım var, dedim, gözüm falan diyorum ama kimsenin sikine taktığı yok. Bi daha hallendim söylemeye, yavşak oğlan “meşgulüz, bir dakika bekle” diye öteledi beni. Can yanmasından zaten ucundan bildiğim İngilizce’yi bile konuşamıyorum, şöyle bir baktım, ki aslında bakamıyorum acıdan djsjs Sikerler dedim çıktım. Bir kaldırımda oturdum, gitsem gidemiyorum, kalsam kalamıyorum. Öyle boktan bir hal.
Tekrardan binanın etrafında dolaştım. Han girişi gibi, saçma sapan bir yer gördüm. İçeri girdim, bir kızcağız oturuyor. Burası hastane mi dedim. Evet, dedi. Yapacağınız hastanenin aq, dedim. Fjssj Anlamadı. Gözümde problem var, nereye gitmem gerekiyor, dedim, tarif etti.
Üst kata çıktım, aynı Türk modeli hastane. Sadece az insan var. Muhatap yok. Sağa gidiyorum, sola gidiyorum, rabbim bir tane kul yaratıp oraya koymamış fjsja En sonunda birini buldum, canım o kadar yanıyor ki, konuşamıyorum, yardımcı olur musunuz, diyeceğime; nasıl yardımcı olabilirim, diyorum kadına djsjsjaaka Offf, ağır sıçış.
Neyse, o anladı. Pasaportu aldı, bu kapının önünde bekle dedi. Öyle oturmuş on beş kişi bekliyoruz. Arada kapı açılıyor, isim okunuyor, biri giriyor içeri. Her kapı açıldığında Kemal Sunal’in bir filmindeki en sevdiğim sahne geliyor aklıma “ben, ee ben?, ben?” Ve her seferinde kapı kapanıyor yüzüme “sen gelme lan ayı!” denilerek…
Bir yirmi dakika sonra falan beni aldılar içeri. Anlatıyorum, sürerken bir anda gözüme bir şey kaçtığını hissettim ama saatler geçti, hala aynı.. Kadın da konuda uzman değil. Ne güzel. Gözümün içine baktı, sağdan soldan, bir şey yok diyor. E ama var, hissediyorum, batıyor aq. Yine bakıyor, yine yok. Orada dank etti kafama, problemin hosteldeki sudan kaynaklandığı. Anlattım doktora sabahki çalılıkların arkasındaki acı hikayemi. Çalılık kısmını söylemedim tabi djsjs neyse. Ben uzman değilim, istersen bekle yarın uzmanlar parça alıp incelesin ya da Antibiyotik damla vereyim, dedi. Ablacim oradan bana bi damla yazarsanız çok makbule geçer, dedim.
Hayatta vermem parça falan.
Çıktım hastaneden, yine aynı eczaneye gittim, ilacı aldım. O piç yoktu, yoksa iki çift lafım olacaktı ona. Fnsj
Artık ilaçlı olmanın rahatlığı ile kendimi iyi gibi hissettim. Hastaneye gider gitmez gelen o sağlık hissi gibi. Hastane kokusu yetiyor adama. Kendini kötü mü hissediyorsun, bi hastane kokla, hemen geçer. Evvel zamanda, halısaha maçında kolum kırıldı , hastaneye girdik, “hadi abi gidelim, maç yarıda kaldı”, demeye başlayan adamım ben fjsjssj
Madem artık iyiyim, bari gideyim de yakındaki dekatlondan ayakkabı alayım dedim. Bir alışveriş merkezi yapmışlar, Slovenya zaten o kadar. Slovenya’yı alışveriş merkezine yedirmişler resmen. Lan bu kadar büyük yer mi olur. Bir türlü bulamadım dekatlonu. Bizde adettendir, bilirsiniz . Yolu bulamadığında paket servis elemanı bulur, ona sorarsın. Paket servis elemanı buldum, lan olm, İngilizce bilmene gerek yok, dekatlon diyorum, elle göster yeter. Dekatlon. Sadece bunu dedim, adam adeta koşarak uzaklaştı. Lan piç! dedim ardından. Dekatlon.
Başka mağazalar buldum, fiyatlar kol böreği. Dekatlon lazımdı bana. Dekatlonsamıştım adeta. Susamak gibi. Hanımın internetten yardımları neticesinde buldum sonunda. Kaybettiğim ayakkabının aynısını aldım fjsja. Bir daha kaybedersem yabancılık çekmesini istemedim djslal
Warmshowers‘da evinde kalacağım eleman da berber. Babadan oğluna nesilden nesle giden bir alışkanlık haline getirmişler. Berberin kapanış saatinde orada oldum. Bisikletlere atlayıp eve geçtik. Eleman o kadar hızlı ve aksanlı konuşuyor ki, neredeyse hiçbir şey anlamadan sohbet ettik. Bana aşırı güzel bir salata yaptı; ki bunu daha sonra ben de yaptım, fevkaladenin fevk noktası.
Oturduk, muhabbet ederken ben bayıldım. İlaçların etkisi falan herhalde. “Abi işte sonra Hırvatistanlaagggzzzz” durum aynen böyle.
Tüm şarjları takmayı da unutmuştum tabi, sağolsun onu da halletmiş. Sabah adeta utanarak kalktım gece bayıldığım yerden. Kahve faslı falan derken beraber çıktık evden. Göz, biraz daha iyiydi.
Aklımda Tolmin’e gitmek var. Çünkü orada metal festivali var ve o gün, benim en sevdiğim gruplardan Misery İndex, Napalm Death, Kreator falan çıkıyor. Kaymaklı kadayıf. Yüz kilometre civarı bir yol var, sağlam rampalar var ama yerim her türlü dedim. Kamn (bizim berber) da metalci kıyısından. Bana gidilebilecek en güzel yolu tarif etti. Bir yere kadar beraber gidip, sonra ayrıldık.

Kamn
Ljubljana’dan çıkmak istemedi Garmin. Baya bir mücadele ettikten sonra şehir merkezinden çıktım ve kilometrelerce uzanan, şehirler bağlayan bisiklet yolları eşliğinde Tolmin’e doğru devam ettim. Sadece Ljubljana’daki bisiklet yolları , tüm Türkiye’deki bisiklet yollarından fazladır. Net.
Teyzelerse beni geçmeye devam etti. Ve benim yüküm çoktu… Yersen.
Slovenya’ya girmek dert olmuştu, devamı da dertli gitti. Diğer Slovenya dertlerimiz için diğer yazıyı beklemeniz gerekiyor. ?
Sevgiler efendim.