Budva’ya geldiğimde, Podgorica’dan sonraki yolun beni fazlaca yorması nedeniyle burada biraz dinlenmeye karar verdim. Psikolojik yorgunluk. Aslında Budva’ya girdiğimde bu fikrin yanlışlığı konusunda hiçbir şüphem yoktu ama yine de ağzımdan “3 gün” lafı çıkmış ve parası peşin olarak ödenmişti. Kaşıntı.
Velhasıl, ilk günüm pek bir şey yapmadan, bu zamana kadar geçen süreci yazıya aktararak geçti. Ölümüne yazdım. Yazdım ki okuyorsunuz. Değerimi bilin. Nihayetinde Budva’dayım. Türkiye’nin Bodrum’u gibi. Her yer büyük meme ve lob gösteren şort kaynıyor. Yok canım, benim baktığımdan değil, ormanda yürürken ağaç görmek gibi. Ağaçlara bakmadan da onların orada olduğunu görüyorsunuz ya, bu da öyle bir şey işte. Yine, Her Şey Çok Güzel Olacak filminden, yine Mazhar abinin repliklerinden verirsek; “Bunlar da badem gibiymiş bee!”
Neyse, o konuya girmeyelim.
İlk günüm sadece yazarak geçti. Aklımda çamaşırları yıkamak falan vardı ama tuttuğum evin ortamındaki saykodelik durumlar, beni bunu yapmaktan alıkoyuyordu. Kimse işe gitmemişti. Herkes evde yatıyordu. Arada bir bağrışmalar falan kopuyordu ve ben, kafamı kapıdan çıkartmaya korkar bir vaziyette aynı repliği tekrarlıyordum: benim ne işim var lan Budva’da?
Günün sonuna doğru, tura başlamadan önce internette tanıştığımız ve bu bölgelerde turlayacak olan Altan’dan mesaj geldi. Sağlam bir yağmura yakalanmış ve yolda tanıştığı arabaları olan arkadaşlar onu Budva’ya getirecekmiş. Evin sahibiyle konuştum, benim odamdaki diğer çekyatta kalabileceği konusunda anlaştık ve bir saat sonra Altan ve diğer arkadaşlarla buluştuk. Ben o zamana kadar diğer arkadaşları yabancı sanıyordum ama onlar da bizim topraklardan, İzmir’den, 25 yaşında iki genç çıktı; Bora ve Önder. Araba kiralamışlar ve Balkanların tozunu attırıyorlar. Çok takdir ettim.
Altan’la beraber eve çıktık, Altan’a kendi ellerimle pişirdiğim iğrenç makarnamı zorla yedirdim ve ortamlara akmak için dışarı çıktık. Gece olunca bikiniyle gezemeyen tüm insanlık, kendilerini başka şekillerde sokağa atmıştı. Önündeki ultra seksi giyimli hatunlarla müşteri çekmeye çalışan, ultra sesli mekanları hızlıca geçtikten sonra tam kafamıza göre bir mekana denk geldik. Beer & Bike. İki tane dayı muazzam bir teknik ve sesle, harika country ve rock parçaları söylüyorlardı. İçeri girmeye hallenirken Bora ve Önder de şansımıza oradaydı ve beraber oturup hem farklı biralardan denedik, hem muhabbet ettik. Bu konuda uzman kişilik Altan’dı. Biralara o karar verdi, biz gömdük.
Budva’da tüm mekanlar gece 01:00’da müziği bitiriyor ve kapanışa geçiyor. Biz Bodrum – Budva karşılaştırması yaparken Bodrum kopmaya, Budva uyumaya gidiyordu. Memur musunuz lan dsjfa. Bu nasıl tatil memleketi.
Tabi biz uyumadık.
Türklük bir başka şey. Yol kenarındaki bira satan mekandan biraları yüklenip sahile yollandık. Kumsal kenarında oturup hem geleni geçeni kesiyorduk, hem de geyik yapıyorduk. Ufaktan evlerine dağılanlar, dağıtanlar ve kenarında oturduğumuz restoranın sahildeki masalarını toplayan üzgün kaslı geceye eşlik ediyordu. Yanlış hatırlamıyorsam gece 3 civarına kadar oturup dağıldık.
Ertesi sabah, araba kiralayan arkadaşlarla beraber civarı dolaşacaktık. Normalde 11 gibi buluşulacaktı ama kafaların açılmaması yüzünden saat 1 gibi buluştuk. Hedefte Sveti Stefan ve Arnavutluk sınırına yakın olan Virpazar bölgesi vardı.
Sveti Stefan’ı bir çoğunuz biliyordur muhtemelen. Budva diye aratınca çıkan adacık. Önceden bir balıkçı köyüymüş ama şimdi otel olarak kullanılıyormuş. Tepeden baktık, hatıra fotoğrafı çektik. Sveti Stefan’dan sonra bir şeyler içmek ve nerelere gidilebileceğini görmek için bir yere oturduk. Ara sokağa giren restoran tabelasını takip ettik ve muhteşem manzaralı bir mekana denk geldik. Hem restoran hem otel. Sahibi de sex & drugs & rock n roll kafasında bir dayıydı. Muhabbeti de oldukça geyikti. Savaşma seviş felsefesini benimseyen insandan zarar gelir mi lan? Yani en fazla sizinle de sevişmek isteyebilir tabi, en büyük tehlike bu ama bir savaş kadar tehlikeli değil sdajfas.
Neyse.
Mekanın manzarası muhteşem. Dayının söylediğine göre yemekleri de kendileri yapıyorlarmış ve lezzeti konusunda oldukça iddialıydı. Mekanda akşamları canlı müzik falan da varmış ama Beer & Bike barındaki dayılar varken buraya gelmezdik zaten. Mekanda bir tek rakı eksik. Rakı, tur başladığından beri en büyük eksik. Çok büyük eksik. Fena eksik. İnsan şöyle bir manzarada kavunun ucundan bir parça alıp, rakısını yudumlamak istiyor okuyucu kitlesi. Buralara geleceksen yanında rakını getir, unutma. Bak sonra çok üzülürsün, bak sonra çok dua edersin bana. Bir de siyah çay. Çay isteyince saçma sapan bir şey geliyor. Hayattan soğutabilir. Neyse, kamu spotu gibi oldu mk sadjkfsad.
Dayıyla vedalaşıp, Arnavutluk sınırındaki büyükçene göle doğru devam ettik. Yol üstünde oldukça güzel manzaralar bizimle birlikteydi. Gölün yarısı Karadağ’ın, diğer yarısı Arnavutluk’un. Aralarında paylaşmışlar. Akıntıyla geçen sular için vize istenmiyor sdakjfasd. Göl kıyısında olan Virpazar’a gittik. Kıyılardan dolaştık, oldukça güzel manzaralar izledik. Bir kez daha rakı içesim geldi.
Taş evleri olan Godinje köyüne gittik. Aslında çok bir numarası olduğunu söyleyemem. Her yerde tabelasını görünce gidiyorsunuz otomatik olarak. Oralarda hala yaşayanlar var. Bir çok evse terk edilmiş durumda. Gölde kanoyla gezenleri görünce kano yapmaya heveslendik, tekne turu görünce ona heveslendik ama hiçbiri kısmet değilmiş. Nehire demirlemiş, tekne üzeri restoranlardan birine oturup değişik tatlar denedik. Ben çorba içtim, gayet güzeldi. Baklava görünce bir tane de baklava söyledim ama bizim baklavayla pek ilgisi yok. Bizim baklava ufak olur, bu avuç kadar. Bizim baklava çıtır çıtır olur, buna bıçak batırıyorsun, içine göçüyor. İçinde üzüm var. Ki bana bir tatlıda neyi sevmezsin deseler, içinde üzüm olmasını derim. Baklavada üzüm ney lan! Garsona sitemlerimi ilettim. Bu mu lan baklava dedim. Böyle baklava mı olur lan dedim. Otur, sıfır! dedim. Ağlayarak uzaklaştı. Şaka lan, nezaketen beğendim dedim. İnsanları baklava diye kandırıyorlar aq. İnsan üzülüyor. Geleneksel tatlarımıza da mı sahip çıkmayalım yani nedir? Baklavayı da mı atalım sokağa?
Netice olarak güzel bir gezi oldu. Bora ve Önder’e bu güzel gezi için tekrar teşekkür etmek gerekiyor. Normalde tur rotamda olmayan bir yeri de böylece gezmiş oldum. İşin güzel yanı, Virpazar’da bir başka partizan anıtına daha rastladım. Bulduğum kaynakta olmayan bir sürü anıt görüyordum yollarda ve bu beni çok mutlu ediyordu.
Akşam yine Beer & Bike’da buluşup dayıları izledik. Adamlar gerçekten çok iyiydi. Bazı zamanlar fazla yavaşlasalar da, gitar teknikleri gerçekten çok iyi. Budva’da Altan, Bora ve Önder’le karşılaşmamdan sonraki en güzel şeydi o dayılar.
Güzel bir akşamdı. Barlar kapanınca yine üzgün kaslının olduğu sahilde aldık soluğu elde biralarla. Muhabbet edip son gecemizin fişini çektik. İki günlük yatıştan, gözleri kör eden göğüs dekoltesi ve loblardan sonra tekrar kendimi dağlara vurma zamanı gelmişti. Neticede deniz seviyesindeydim ve Karadağ’daydım. Burada her yolun sonu çıkıştı. Her inişin sonunda daha büyük bir çıkış vardı. Acı çekme zamanı asla uzakta değildi. İstikametim Nikşiç’ti.
Önümde yine büyük dağlar vardı. Karadağ’da her zaman olanlardan.