Zdravo Brat! (“selam kardeş”. Efendim selamlar kısmını henüz öğrenemedim sjdfs)
Kamp yerinden ayrıldıktan sonra, bir süre daha nehir kıyısını takip edip, karşıya geçtim ve geldiğim yöne döndüm. Daha sonradan görecektim ki, aslında gitmem gereken yol, Mitrovice içindeki, Arnavutların olduğu bölgedeki yolmuş. Yine Garmin‘in macera tutkusuna yenik düşüp, sağ taraftan bozuk bir yola girdim.
Yol önce bozuktu, sorun olmaz diye düşünüp devam ettim. Artık bir yerden sonra gerçekle yüzleşirsin ama geri dönmek daha zormuş gibi gelir ya, işte o ayrımı yaşayıp, bu kadar gelmişiz aq, devam edelim dedim. Eğer dönseydim tekrar Mitrovice’ye gitmek zorunda kalacaktım.
Bazı yerleri oldukça bozuk olan ve eğimi diz ağlatan, eşşek anırtan, manda osurtan, kamyon deviren (yok lan bu olmadı galiba) cinsten olan bu yokuş, yaklaşık 18 kilometrelik bir toprak yoldan oluşuyor ve bunun 14 kilometre civarını da yokuş olarak hesabıma yazıyordu. Ben o yolu tırmanmaya çalışırken o bölgede yaşayan ya da ormancılık yapan insanların “kim bu amk delisi?” bakışlarının bana pek de yardımcı olduğunu söyleyemeyeceğim. Yalnız enteresan olanı oldukça fazla çıktıktan sonra, artık bundan sonra çıkış yoktur diyeceğiniz bir yer vardır ya, işte tam oraya geldiğimde toprak yol bitti ve kaymak gibi bir asfalt başladı. İniş çok güzel olmasa durup yeri öperdim sdljfasd. Bir süre sonra iniş bitti ve tekrar tırmanmaya başladım. Yolun bundan sonrası hep iniş ve tırmanışlarla gidiyordu. Yol kenarında gördüğüm bir amca ile ortak tek kelime bilmeden nasıl anlaşılabileceğinin dersini verdik. Amca ne zaman asfaltın biteceğini ve ne zaman toprak yolda sağa sapacağımı vücut diliyle güzelce anlattı. Dediği gibi bir süre sonra asfalt yol bitti ve toprak yolda acımasızca iniş başladı. İnişi de çıkışı gibi deli eğimlerdeydi.
Toprak yol bitip, tekrar asfalta başladığımda karşıma çıkan ilk tabelada AB yıldızları ve Birleşmiş Milletler işaretini görünce yine Arnavutların yaşadığı bölgeye geldiğimi anladım. Sağ tarafta karşıma çıkan ve terk edilmiş durumdaki ilk evin duvarları, savaşın izlerini hala taşıyordu. Benim yokuşlarına küfürler savurarak geçtiğim bu yollarda muhtemelen bir çok insan can vermişti. Velhasıl, biraz ilerledikten sonra müslüman mezarlıkları ve her yerde gördüğüm Arnavut savaşçıların anıtlarıyla beraber yola devam ettim. Köyler içinden, inişli çıkışlı yollardan Peje’ye doğru gidiyordum. Bu bölge oldukça karışık. Sadece Sırpların yaşadığı ve sadece Arnavutların yaşadığı köyler var. Kimin bölgesinde olduğunuzu anlamak için etrafta ufak bir iki noktaya dikkat etmeniz yetiyor.
Birincisi arabalardaki plakalar. Eğer plakalar Kosova plakası değilse artık Sırp bölgesindesiniz. İkincisi tarlalar. Eğer geçtiğiniz yolların kenarları tamamen tarlalarla kaplıysa Arnavutların bölgesindesiniz. Sırplarda da tarlalar var tabi ama Arnavutlar kadar yoğun değil. Üçüncüsü bahçeler. Eğer bir evin bahçesi, nerede ve nasıl olduğu fark etmeksizin çimleri biçilmiş ve güzelce düzenlenmişse, bilin ki orası muhtemelen Sırpların evidir. Dağın tepesinde ya da mahallenin ortasında olması gerekmiyor, adamlar tüm çimleri güzelce biçiyorlar ve yemyeşil, çok güzel bahçelerle yaşıyorlar. Temel olarak nerede olduğunuzu anlamanız için gereken püf noktaları bunlar. Bunun dışında civarda çok fazla mezarlık var zaten, mezarlıklara baktığınızda da hangi bölgede olduğunuzu anlayabilirsiniz. Arnavutlar müslüman oldukları için mezar taşlarında minareye benzer bir çıkıntı var. Sırplarda ise haç var. Her iki milletin ve hatta tahmin ediyorum ki tüm Balkan halklarının mezar taşı stili aynı. Siyah mermer üzerine, ölen kişinin fotoğrafı kazınmış ve hangi dine inanıyorsa onun işareti mezar taşının üstüne çıkıntı olarak ya da kazıma olarak yapılmış.
Neyse!
Bir Sırp köyünden geçerken, kenardaki büfe önünde oturmuş bira içen dayıları görünce, sıcağın da etkisiyle bi bira da ben içeyim, hem de karnımı doyurayım diye durdum. Markete girdim, yiyecek olarak börek olduğunu yine vücut diliyle anlattılar. Gerçi bazı kelimelerimiz aynı, onları kullanınca bir çok kere işimi gördüm. Börek, Çeşme, Komşi, Yoğurt ilk aklıma gelenler. Böreğimi ve biramı alıp dışarıdaki abilerin yanına oturdum. Ortak bir dil olmaksızın hoş geldin, hoş bulduk, nasılsın, eyvallah, nerelisin gibi konuşmalarımızı yaptık. Tabi buradaki dayılar Sırp olduğu için Peje değil de Peç dedim sdjfasd. Acayip ortam çocuğuyumdur gençler. Ortamlara uyarım, alemlere akarım sdlkfs. Neyse. Dayı Türk olduğumu öğrenince sandalyeden kalkıp belindeki silahsdafksd şaka lan. Türk olduğumu öğrenince “İstanbul, bom” falan yaptı. Benim henüz hava alanı saldırısından haberim olmadığı için önceki saldırılar olduğunu düşünmüştüm ama aklımın bir kenarı da “ulan acaba” dedi. İnternet erişimim de olmadığı için olaylardan bir haber olarak böreği ve birayı gömdüm, dayılara son bira Cao dedim ve kalktım.
Peje’ye ulaştığımda kalınacak bir yer bulur muyum kafasında şöyle bir etrafta dolaştım. Bir otelin önünde durmuş navigasyonla nerede olduğuma bakarken otelden taciz ateşi başladı. Biraz İngilizce bilen bir çocuğu yolladılar yanıma. Otel lazım mı dedi, HAV MAÇ ÇİĞERİM dedim, 20 euro, dedi, yok anasının namı ali sami, dedim. On euro vereyim, ikimizde mutlu olalım dedim, kabul etmedi. Tamam dedim, youw madafaka! Bastım tekrar pedala. Velhasıl ara sokaklarda bir hostel, room, “apartmani” tabelası görürsem girer uyguna kalırım diye düşünüyordum. Öyle amaçsızca dolaşırken yol kenarında sigara satan bir tezgahın arkasından bir kadın el salladı, ısrarla yanına çağırdı. Önceden olsa, kendimi biliyorum, asla durmaz ve dönmezdim. Ama bir şekilde döndüm yanlarına gittim. İlk nerelisin dediler, Türk olduğumu duyunca heyecanları beş katına çıktı. Abi Türkçe anlıyor ama konuşamıyor, İngilizce konuşuyordu. O İngilizce, ben Türkçe oturduk sohbet ettik. Hemen bana buz gibi su, dondurma, kahve falan ikram ettiler. Kalacak ucuz yer aradığımı söyleyince karşıdaki benzinliğin hemen yanında bana kamp yeri ayarladılar, benzinliğin wifi şifresini de verdiler. Bir anda dört ayak üstüne düşmüştüm. Rüzgar arkamdan esmişti. Tekerime DAŞ deymemişti. Güzel sohbet muhabbetten sonra gittim, çadırımı kurdum. Benzinci ahalisiyle de tanıştık. Ben çadıra geçip wifi sayesinde hanımla konuşurken dayı da gitmiş sıcacık somun ekmek alıp gelmiş benim için. O an dünyanın en hızlı ekmek gömme yarışmasında olsaydım, millet yarısına gelmeden ben masadaki kırıntıları yalıyor olurdum. dsfjsdafsd. Neyse.
Yemeği de benzincinin restoran tarafında yedim, biramı, kahvemi içtim. Keyfim yerinde bi şekilde uyumaya çalıştım ama işte, benzincide kamp yapıyorsanız avantaj ve dezavantajlarınız var. Avantaj; tuvalet, yemek, içecek, wifi olabilirken, dezavantaj gürültüydü aq. Peje, yurtdışında yaşayan Arnavutların tatilde gelip son model arabalarıyla hava attığı bir yer. Sürekli büyük motorlu araçlar ve hız motorlarının iğrenç sesleri geldiği için uyumakta zorlandım. Madem dedim, kalkayım bira alayım da, o beni yamultur belki. Bira almaya kalktım, benzincide çalışan elemanların yanında bir kişi daha var. Türk müsün kardeş, dedi, vammısına, dedim. Zamanında bir çok kez Türkiye’ye gelmiş bir Arnavut. Otelde çalışıyormuş. Baya renkli ve makara bir sohbet sonunda iki birayı bitirmiş, yorgunluğun da etkisiyle uyku kıvamına gelmiştim.
Bu bölgedeki benzincilerde duş olayı da var. Hepsinde yok ama bazılarında var. Bu kaldığım yerde de vardı. Sabah kalkıp saçlarımı güzelce yıkadım, kendime geldim. Ben çadırı toplarken karşıdaki sigaracı dayı da dükkanı açmıştı. Ben normalde çok erken çıkacaktım ama dayıya son bir teşekkür etmeden gitmek istemedim. Dayı dükkanı açınca ben de hemen toparlanıp yanına gittim. Son bir kahve içip, tekrar tekrar kendisine teşekkür ettikten sonra yola koyuldum. Hedefim sınırı geçmek için çıkacağım 21 kilometrelik bir yoldu. 10 kilometre sonra yokuş başlayacak ve 21 kilometre boyunca “SANA SIĞINDIM RABBİM, BİTİR ŞU YOLU ARTIK” demeni bile sallamayacak, her kıvrımda ayrı vuracaktı.
Ujvara E Drinit, Radavc Peje
10 kilometrelik düzlük, çok çabuk bitti. Yokuşa tam başladığım anda sol tarafta şelale tabelası gördüm. E madem geldik, bi görelim dedim ve oraya saptım. Saparken tek dileğim, çok uzakta olmamasıydı sdlkfds. Neyse, çok uzakta değildi ve bisikleti yeni yapılmakta olan tesisin bahçesine bırakıp mekanı gezmeye başladım. Güzel, serin, doğal bir yerdi. Şelale yaklaşık 20-25 metre boyundaydı. Şelaleye kadar 250 metre civarında yürümek gerekiyor. Bu yolu da tahtalarla döşemişler ve rahat bir yol. Şelalenin yanında bir de mağara varmış, tabelasını gördüm ama gitmedim. Şelale civarındaki çeşmelerde el donduran sulardan içip, mataramdaki suları yeniledim ve tekrar yokuşa başladım.
Bisiklet kullananlar iyi bilir, yokuşların zorluğu aslında çoğu zaman psikolojiktir. Psikolojik sınırı zorlayan yokuşlar hep uzun olanlardır. Çünkü bitmek bilmez. Eğimi hafifletmek için sürekli dönüşler vardır, dönersin, dönersin, dönersin. Arkana baktığında kendini sürekli yükselmiş olarak görürsün ama yukarı baktığında o dağların hiç bitmediğini de görürsün. İsyan noktasına getirir ama geri dönmezsin. Neyse ki, bu saydıklarımın hiç biri bana bu yokuşun büyük bölümünde olmadı. Kendimi psikolojik olarak iyi hazırlamıştım ve sakince çıktım. 10 kilometre sonra enerji olarak baya düştüğümü hissettim ama bir şekilde durumu toparladık. Su azalmaya başladığında biraz sövdüm tabi. Aşağıda şelaleler akıyor aq, burada neden hiç su yok, diye bi bağırmışlığım var. sdlkjfasdfs. Yokuş boyunca yanlış hatırlamıyorsam iki tane çeşme var. Yokuşu çıkarken oturduğum bir çimende, nasıl azmış, nasıl pislik, nasıl zehirli, nasıl bir şerefsizse artık; bir karınca kıçıma girmiş ve oradan beni iki yerden ısırdı. Yanması 2 saat geçmedi anasını satayım. İzi de, kabartısı da hala duruyor. Hatta acıyı hissedip “lan noluyor” diye elimi kıçıma vurduktan sonra, vurmamın şiddetiyle karıncanın gövdesinin koptuğunu ve kafasının kıçımda kaldığını gördüm. Adam öyle bi gazla ısırmış ki, kafam kopsa bırakmam demiş resmen. Adamın öyle aç bir gözü varmış ki, ısırıp beni yuvasına götürmeye kalktı piç. Neyse ki ağır geldim. Ben kıçımdaki kaşınan kabartıyla kaldım, o canından oldu. Cem’in totosuna hallenmek cezasız kalmaz genç. Üzgünüm. You lost madafaka!
Ama nedense, o ısırıktan sonra konforsuz bir sürüş yaşasam da, düşen enerjim de geri geldi. Baya bir süre idare etti beni o ısırık. Karıncanın salgıladığı zehirdendir diye anlamlar yükledim ama bilmiyorum artık. Sonra her enerjim düştüğünde soyunup çimlerde yuvarlandım sdljfsadjlf. Şaka lan, sürekli kamyoncu geçiyor, yapılır mı öyle şey sdakljfds.
Google haritalarından baktığım zaman sınır çizgisini gördüğüm yeri ben zirve olarak düşünüyordum. Hani bir dağın tepesini sınır yapmışlardır, bu yaka sizin, bu yaka bizim demişlerdir diye düşünmüştüm ama öyle değilmiş. İki sınır kapısı arasında da sanırım 8 kilometre falan vardır. Yokuşun 13. kilometresi falandı sanırım, Kosova çıkışına geldim. Oradan da sorunsuz geçtim. Türk pasaportunu gören polis “vaay Türk abim” dedi sdlfs. Orayı geçtikten sonra google haritalardan baktığımda daha zirveye çok olduğunu gördüm tabi. Velhasıl ilerledim, ilerledim, çıktım, çıktım, döndüm, döndüm. Asla bitmiyor hissi vermeye başlamıştı. Dönen yokuşlar, ucunu gördüğünüz yokuşlara nazaran daha iyi geliyor bana. Yokuşun zaten çok olduğunu biliyor ve kabul ediyorsunuz. Her dönüşten sonra bir dönüş daha var. Okey, zaten bunu bilerek geldim buraya. Ama ucunu gördüğün yokuş bitmek bilmiyor sanki. İki dağ arası geçişinde, sağda ve solda devasa dağların arasında giden düz çıkışlı bölüm, bitmedi bana. Belki her 500 metrede durup dinlenmişimdir. O uzun çıkışı bitirdikten sonra nispeten daha rahatladım.
Dağın başında elinde baltayla dolaşan bir dayı görünce yanına yanaştım. Artık Karadağ bölgesinde olduğumuzdan ve burada Sırpça konuşulduğundan Sırpça selam verdim. Buradaki insanlar için senin anlayıp anlamaman pek önemli değil. Konuşası varsa deliler gibi konuşuyor sdkljfsad. Anlattı durdu bir şeyler. Arada Albani dediğini yakalayınca sen Arnavut musun diye sordum. Evet dedi. Ajandama Sırpça ve Arnavutça kelimeler, cümleler not etmiştim. Arnavutça selam verdim, nasılsın dedim. Bakın beyler, ben hayatımda bundan daha gerçek bir mutluluk refleksi görmedim. O mutluluğu anlatabilecek kelimeler, benim şunca saçmalamam arasında yok. 5 kelimelik, 5 cümlelik notlarla bir insanı nasıl mutlu edebileceğinizi tahmin edemezsiniz. Tam adamın fotoğrafını, videosunu falan çekmeye hallenirken, Karadağ tarafından polisler geldi. Bilmediğim bir ortam olduğu için kamerayı falan yerine koydum. Turdaki fotoğrafını çekemediğim için en üzüldüğüm insan o dayıdır muhtemelen. Ama kızlar merak etmesin, pek yakışıklı sayılmazdı sdlkfads.
Polislerle de selamlaştıktan sonra yola devam ettim. Zirveye yaklaştığım artık havanın serinliğinden hissediliyordu. Yaylalardaki ahırların arasından geçerken baya bir sinek istilasına uğrasam da, bir süre sonra zirveye ulaşmış, Karadağ’ın müthiş coğrafyasına bakıyordum. Artık inişe geçeceğim için içlik giydim ve kaskımı taktım. Kendimi allahsızca inen yokuşun eğimine bırakıp, pedal çevirmeden ilerlemenin hazzını yaşadım. Bir süre sonra Karadağ sınırına geldim ve oradan da oldukça sorunsuz bir şekilde geçtim. Rabbim tüm yurttaşlara sınırlardan böyle sorunsuz geçme şansı versin. Amen.
İniş sırasında iki kez turcularla karşılaştım. Suratları tırmanmanktan sıcakta kot içinde kalan taşşağa dönmüştü dslkfsad. Selamlaşıp yola devam ettim ve karşıma çıkan ilk şehir olan Rozaja’ya girdim.
Yokuşun yorgunluğunu burada atmak için iki gün kalmaya karar verdim. Zaman sorunum olmadığı için kendimi yorgun hissettiğim her yerde kalabilirdim. Bu sefer kısmette Rozaja varmış.