Priştine’den Peje’ye Doğru Anıt Peşinde..
Efendim selamlar!
Balkanlar ‘da neler olduğunu anlamak için sanırım sadece Kosova’yı dolaşmak yeterli olur. Kosova Sırplar, Arnavutlar, Boşnaklar, Türkler, Romanlar’ın (başka varsa da ben bilmiyorum) bir arada yaşadığı bir ülke. Yani en azından duyduğumuz bu. Priştine’de kaldığım iki gün boyunca çevremde sadece Arnavutları gördüm. Her yer Arnavut bayraklarıyla kaplı. Biraz da Kosova bayrağı var tabi. Bir tane de Türk’e denk geldim, başka milletten bir tane de Japon vardı ama o sayılmaz sanırım sdlkfs.
Priştine’de iki gün kaldım. Sonraki rotamı Mitrovice olarak belirlemiştim. Balkanlardaki gezimi, Yugoslavya zamanında 2. Dünya Savaşı sonrasında yapılmış anıtların izinde planladım. Rotam genel olarak bu anıtları içeriyor ve Mitrovice’de bu anıtlardan bir tane vardı. Garmin’in hostele gelirken yaptığı puştluktan dilim yandığı için, rotayı Google Maps üzerinden çıkarttım ve ona uyarak erkenden yola çıktım. Priştine’den çıkıp ara yollara, yemyeşil tarlalarla kaplı, ufak köylerin içinden geçerken kendimi ilk kez turda hissettim.

Mitrovice Yolunda
Mitrovice’ye doğru ilerlerken ilk gördüğüm Türk arkadaşın söylediği Sultan Murat Türbesi‘nin tabelasını görünce sapayım dedim. Normalde türbe, mezar, cami, kilise tarzı yerleri gezmeyi sevmem ama madem yanından geçiyoruz, bi bakalım ne varmış. Kapıda çalışma saatleri 08:00 – 18:00 olarak görünse de, saatin 09:00 civarı olmasına rağmen türbe kapalıydı. Çok önemsediğimi söyleyemeyeceğim. Etrafta biraz bakındım, duvar üstünden fotoğraflar çektim. Tam gitmeye hazırlanmışken bir kadın gelip kapıyı açtı ve içeri girdi. E madem açılmış, peşinden dalayım bari içeri dedim. İçeri girdiğimde kadın anlamadığım bir şeyler söyledi ve onun da benim dediklerimi anladığına dair bir işaret yoktu. Türk olduğumu söyleyince işaret diliyle “hadi git bak beş dakika” dedi. İçeri girdim, baktım, yazıları okudum ve tam çıkarken biraz Türkçe bilen bir teyze geldi. Onunla da biraz sohbet ettikten sonra oradan ayrıldım.
Mitrovice yolundaki köylerden geçerken yine yarım anlaştığımız bir Arnavut gençle sohbet ettik. Mitrovice’de dikkat etmem gerektiğini, Sıprların olduğunu eliyle silah işareti yaparak, sorun çıkabileceğini söyledi. Priştine’de kaldığım hostelin sahibi de aynı şeyi söylemişti. Fiziki savaş bitmişti ama psikolojik olanı devam ediyor hala buralarda.
Mitrovice’ye vardığımda yine her yer Arnavut bayraklarıyla kaplıydı. Uzakta tepenin üstünde anıt tüm ihtişamıyla beni selamlıyordu. Navigasyon, anıta ayarlıydı ve etrafta fazla vakit kaybetmeden ilerliyordum. Ara yollardan geçtikten sonra bir köprüye geldim. Köprünün araç geçebilecek kısmı kapalıydı, önünde molozlar yığılmış, yol levhalarla kapatılmıştı. Önünde ise 4-5 tane askeri araç ve ağır silahlı askerler duruyorlardı. Yanından yayaların geçebileceği bir boşluk bırakmışlardı. Bir nevi sınır oluşturulmuştu.
Diğer tarafa geçtiğimde her yer Sırbistan bayraklarıyla kaplıydı. Kosova’yı resmi olarak tanımadıkları için araçlarda da Sırbistan plakası vardı. Sırbistan’a gitmeye üşenenlerse plakasız dolaşıyordu. Sırp bölgesinde kaldığım süre boyunca plakalılardan daha fazla plakasız araç gördüm. Şehrin meydanına yeni bir anıt dikmişler, onun açılışını yapacakları için polisler yolları kapatmışlardı. Zar zor aralardan sıvışarak anıta tırmandım. Anıta çıkarken birisi ısrarla seslenince durdum. Sırp bölgesinde bir Arnavut. O da tam tersi sorun olmayacağını, istediğim gibi buralarda takılabileceğimi söyledi ama işin garip tarafı, ben kimseye buralarda sorun yaşar mıyım diye sormuyordum dsıufs Herkes geçmiş yaşanmışlıkların ve Türkiye’den gelmem dolayısıyla müslüman olabilme ihtimalimin yüksekliği sebebiyle beni uyarmak zorunda hissediyordu kendini. Mitrovice bir şehirdi ama iki ülkeydi.
Anıtın olduğu tepeye merdiven yaptıkları için bisikleti orman içine saklayıp, kameraları aldım ve yukarı doğru yürümeye başladım. Tam anıta ulaştım derken birden geri dönmek zorunda kaldım çünkü iki genç yukarıda pompaya koşuyorlardı. dskfsdafasdk Şimdi pozisyon detayına girmeyelim, ben keyifli keyifli video kaydı yaparken bir anda böyle bir manzarayla karşılaşınca hızlıca geri döndüm ve merdivenlerde beklemeye başladım. Ortalama bir seks ne kadar sürerse o kadar bekledim sdafusdafsaj ve tekrar yukarı çıktığımda artık sarılmış öpüşüyorlardı. Onlar orada değillermiş gibi, selam verip ben fotoğraflama ve anıtı inceleme işine giriştim. Onlar da birkaç dakika sonra işlerini görmüş olmanın saadetiyle oradan ayrıldılar sdfasd
Ulusal Kurtuluş Mücadelesi Kahramanları Madenciler Anıtı
Anıt, fotoğraftan göründüğünden daha büyük. Ne anlatmak istediği ile ilgili bir tabela falan yok ama savaş sırasında madencilerin kahramanca mücadelesini anlatmak için yapıldığını öğreniyoruz sonradan. Kahrolası sanatçılar. Hatta kahrolası modern sanatçılar. Bu anıta bakınca da oldukça modern bir kafayla yapıldığını düşünüyorum ama okuyanlar arasında sanatçılar varsa onlar açıklasın. Biz cahilce bakıyoruz işte. Bir şeyler düşünüyorlar ama ne düşündüklerini sadece kendileri biliyor. Bize sadece bu devasa yapının görkemine hayranca bakmak kalıyor.
Sırpların olduğu bölgede anıt açılışı olduğu için rahat hareket edemeyince tekrar Arnavutların bölgesine geçtim. Orada bir şeyler yedim ve internet olmadığı için Garmin’in navigasyonundan bir sonraki hedef şehir olan Peje’yi işaretledim. Bir günde gidebilmem imkansız olduğundan yol üstünde kalacak bir yer bulup kamp yapacaktım. Navigasyon beni tekrar Sırp bölgesine yönlendirdi. Yol boyunca nadiren de olsa Arnavutluk bayrakları ve bolca Sırp bayrağı ile birlikte, çok güzel ormanlık yollardan nehir yatağını takip ederek ilerledim.
Nehirin hep yanında gidiyordum ama yanına inebilecek bir boşluk hiç yoktu. O yüzden uzun süre kamp için sağlıklı bir yer bulamadım. Bir noktada yol nehrin yanına indi ve kamp alanımı gördüm. Evlerin yanında, betonla kaplanmış bir alan, hemen nehir kenarında ve çeşmesi var. Yan tarafta kapıları açık bırakılmış bir araba vardı, sahibi gelene kadar bekledim. Hemen arkamdaki evin sahibiydi. Burada kalmak istediğimi söyledim. Arnavutlarda olduğu gibi Sırplarda da pek ingilizce yoktu. İşaret diliyle anlaştık, kafama göre takılmamı işaret etti, ben de eyvallah moruk dedim işaretle sdajkfsd. Sonra nereye gittiğimi sordu, Peje dedim, Arnavutlar Peye diye okuyor. Anlamadı, o anlamayınca ben tüm dillerde nasıl söyleniyorsa o şekilde söylemeye başladım Peje’yi. Peje, Pehe, Peye, Piye, Pije, Pey. En sonunda anladı ve PEÇ! dedi. Sırplar da böyle işte sdafksadfsa
Zubin Potok Kamp yeri
Aralarındaki savaş bitmiş olsa da husumet bitmiyor. Arnavutların yaşadığı bir yerde işaret tabelası üzerindeki Sırpça yazının silindiğini görmüştüm. Sırplar da, Arnavutlar da kendi dilinde söylüyor ve başka bir dilde söylüyorsan hemen uyarıyor ve düzeltiyor.
Priştine’den sonraki ilk günümüz böyle geçti.