Efendim selamlar!
Üstümde kamu alanı işgal etmiş olmanın verdiği anarşik huzur ile erkenden uyandım. Gerçi erken uyanmaktan başka bir şansım da yoktu aslında. Sabahın 5’inde başlıyordu alarmlar ötmeye. Bir yanda Serhat abinin alarmı, bir yanda Osman abinin alarmı. Her kaldığımız yerde sabahın köründe alarmlar çalıyorduk, çılgınlar gibi öttürüyorduk telefonları. Ağlıyordu telefonlar, çıldırıyordu polifonik melodiler, sahneye sütyenini fırlatıyordu gürültüden ne olduğunu anlayamamış börtü böcek! Kamu alanı işgalinin üzerine, bir de kamu huzurunu bozma eylemini gerçekleştiriyorduk. Hazır kamu alanını işgalde başarılı olmuşken, üstüne de kamu huzurunu da ayaklar altına almışken direnişi bir tık yukarı çıkarıp belediyeyi basmayı ve yönetimi ele geçirmeyi düşündüm ama üşendim. Sabahları bazen fazla üşengeç oluyorum yoksa aradığım tüm şartlar olgunlaşmıştı. Belediyeye gitsem herhangi bir direnişle karşılaşmadan kolaylıkla ele geçirebilirdim.
Neyse!
Çandarlı / Kale
Belediyeyi işgali daha sağlıklı bir zamana bırakıp, dün akşam bi 50 kilometre daha götürebileceğini hissettiren dizimin, sabah yine bir pislik gibi, bir hain gibi, bir arkadan iş çevirmeye çalışan karşı devrimci arkadaş gibi sızlamasıyla kendime geldim. Sabahları sevmiyordum, sabahları acılıydı, sabahları sancılıydı. Geceleri altına kaçıran çocuğun yaşadığı gerginlik hissiyle uyanıyordum her sabah. “Acaba altıma işedim mi / Acaba dizim yine ağrıyor mu?” Evet, yine ağrıyordu ve ağrıyla ilerlemek gerçekten canımı sıkıyordu. Bulunduğum ortamın, yaptığım işin bütün muhteşemliğini bozuyordu bu ağrı. Çok değerli bir portreye tükenmez mavi kalemle çizilmiş özensiz bir bıyık gibiydi bu ağrı. Arka plandaki tüm muhteşemliği sömürüyordu bir ahlaksız gibi.
Adam pişman, adam bitmiş, adam ölmüş..
Dikili’den çıkmadan yine bir çorbacıya girip kahvaltımızı yaptık. Çorba sonrası hemen yan taraftaki kahveye oturup bir çay kahve olayına girip, yola öyle çıkalım dedik ama benim asıl derdim çay ya da kahve değil, yola çıkışı biraz daha geciktirmek tabi. Ne kadar geç, o kadar ağrıya karşı bağışıklık/alışma/yokmuş gibi davranabilme yeteneği. Kahveciden sade bir neskafe istedim, “sade mi?” diye sordu şaşkın ve emin olmak isteyen bakışlarla, “evet”, dedim, “sade”. Kahveci elinde çay bardağına konulmuş bir “ikisi bir arada” ile gelince emin olmak isteyen bakışlarının boşa olmadığını da anlamış olduk ? Emin olmaya çalışmasına rağmen başaramamıştı ama olsundu, onu da öyle sevdik biz.
Sade Nescafe
Kahve önü amcalarıyla da ayak üstü Dikili üzerine sohbet edip gözümde büyüyen yola vurduk kendimizi.
Dikili’den çıkıp önce Çandarlı’ya gidecek ve sonrasında da otoban üzerinden İzmir’e gidecektik. Yol Dikili’den çıkar çıkmaz mıcırlı asfalta döndü. Dar ve inişli çıkışlı bir yoldu. Normal zamanlarda keyif alabileceğim bir yol olsa da, titreşim kıçımı ve dizlerimi iyice yoruyordu. Normal zamanda hissetmeyeceğim titreşimler psikolojik olarak daha fazla etkiliyordu beni.
Çandarlı’ya vardığımızda sahilde biraz oturup dinlendik. Sabahın tatlı serinliğinde sakince kıpırdaşan Ege denizini izlerken, doğal bir meditasyon etkisi yaşadım. Biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyulup, İzmir otobanına çıktık ve tekrar kaymak gibi asfalta kavuştuk. İlk günlerde sövdüğüm ve sürmekten pek hoşlanmadığım otobanlar, dizlerin ağrıması yüzünden şimdi bana kurtarıcı gibi geliyordu ? Emniyet şeridinin üzerine iş makinesiyle açılmış oyuklar, emniyet şeridini tam bir bisiklet yolu haline getirmişti. Yol keyifliydi, asfalt güzeldi ve ağrılar yine çekilebilir seviyelere dönüyordu. Kendi halimizde sohbet muhabbet eşliğinde sürerken, yaklaşık 500 metre ileride güvenlik yeleği giymiş bir bisikletçi gözümüze çarptı. Hemen aklımıza bize nal toplatan teyze geldi tabi ? Kesin teyzeydi, çaktırmadan buralara kadar gelmişti. ?
Aramızdaki “hiç yorulmayan” olarak Serhat abi hızlandı ve ilerideki kimliği belirsiz bisikletçiyi yakalamak için peşine düştü. Biz de Osman abiyle uzaktan belli belirsiz görülen bisikletliyi psikolojimizin de yardımıyla kadın olarak nitelendiriyor ve teyzeyi bu sefer yakaladığımız konusunda geyikler yapıyorduk. Bir süre ilerledikten sonra Serhat abi bisikletliyi yakalamıştı ve yol kenarında bekliyorlardı. Yaklaştıkça tahminimizin doğru olduğunu ve Serhat abinin teyzeyle birlikte bize gülümsediğini gördük. sdjfsd Şaka lan, teyze değildi. Yine yakalayamamıştık. Teyze bizi yine ekmişti. Teyze değildi, Tom Boonen’di, Sacha Modolo’ydu, Peter Sagan’dı. Sprint çizgisini geçip tek eliyle ön kaldırarak bizi selamlayacaktı. Öylesine efsaneydi, öylesine öyleydi…
Velhasıl, bisikletli arkadaş Bergama’dan İlkay’dı. Kendisiyle tanışıp bisiklet ve bölge üzerine sohbet ederek Aliağa’ya doğru ilerledik. Aliağa tarafına yapılması planlanan inşaat projelerinden ve içinde bir çok zeytinlik olan bölgenin, her gün kamyonlarca getirilen molozlarla doldurulduğunu ve bölgenin zeytinlik vasfının ortadan kaldırılmaya çalışıldığını ve böylece imara açmaya çalışıldığını anlattı. Kendisi bireysel bir mücadele ile oradan her geçtiğinde, ilerde ispat gerekebilir diye oranın gerçekten bir zeytinlik olduğunu ispatlamak için her geçişinde zeytinliklerin fotoğrafını çektiğini anlattı. Para uğruna, iktidar ve hırs uğruna yok edilen doğamız için yaptığı bu bireysel çabalardan dolayı kendisine teşekkür edip, bundan hepimizin örnek alması gerektiğini kamu spotu olarak ileteyim. Bugün sürekli kamudan gidiyoruz, hayırlısı ?
Bergamalı İlkay, hatıra fotoğrafı
Aliağa’ya yaklaştıkça kamyon trafiği ve dolayısıyla yolların bozulması, o bölgeye kadar keyifle geldikten sonra tokat gibi çarpmıştı yüzümüze. Emniyet şeridi kaybolmuş, yollar rezil bir hale dönmüş, her tarafımız toz içinde, olabildiğince çabuk bir şekilde Aliağa bölgesini bitirmeye çalıştık. Sinirler gerilmişti ve kaostan dizimdeki ağrıyı bile hissetmez hale gelmiştim. Ben sürekli su kaynatıyordum, bu sefer Osman abi de bana ayak uydurmuştu ve durup biraz dinlenmek, karnımızı doyurmak ve sakinleşmek için bir benzinciye girdik. Burada güzel bir yemek yiyip, biraz dinlendik. Burada Osman abinin birkaç sefer inen lastiğinin tekrar indiğini görünce iç lastiği değiştirmek için ekstradan biraz daha beklemek durumunda kaldık. Bu ekstrayı işe hiç elimi sürmeyerek, hatta hiç yerimden bile kalkmayarak tam bir şerefsiz arkadaş gibi hafif hafif esen rüzgarın tadını çıkararak, yarı uykulu halde geçirdim. ? Pişman değilim, bir daha olsa yine aynısını yaparım! ?
Lastik tamirinden sonra tekrar yola koyulduk ve Menemen’i geçip büyük şehir kaosuna adımımızı attık. Bir İstanbul değil tabi. Nispeten daha sağlıklı bir şekilde Karşıyaka’ya ulaşıp motorla karşıya geçtik. Klasik saat kulesi pozumuzu verip, beklentileri boşa çıkarmadık. ?
“hadi abi çabuk çek, güneşe bakamıyorum ben”
Osman abilerin daha önceden kaldığı, otelin dış cephesinde bisiklet dekorları olan Olimpiyat Otel’e ulaştık. Otelin bulunduğu konum biraz “acaba?” diye sordursa da, otel çok güzel ve fiyatları gayet uygun. O bölgeden geçecekler için tavsiye edebileceğim bir yer. Otele yerleşip, hemen sırasıyla duşlara girdik ve insana döndük. Benim saçlar uzun olduğundan duş faslında ben gönüllü olarak sona kalıyorum çünkü beni tanıyanlar bilir ki, saçlarını 2-3 gün yıkayamamış Cem insanının saçları düğüm olur ve duştan kolay kolay çıkamaz. Tura çıkmadan önce saçları biraz kestirdim de bu sorunu biraz aştık. Eskisi gibi olsa ben şu an hala İzmir’deki otelin banyosunda saçlarımı açmaya çalışıyor olabilirdim sadflsadskf
Akşam Osman abiyle dışarı çıkıp hem benim, hem onun arkadaşıyla görüşecek, biraz muhabbet edecek, yollarda ve emniyet şeritlerinde törpülenmiş sosyalliğimizi geri kazanmaya çalışacaktık. Çıkacaktık ama benim tüm şortlar leş gibiydi. Hızlı bir şekilde şortu yıkayıp, saç kurutma makinesiyle kurutabildiğim kadar kuruttum ve kıçım hafif nemli bir şekilde kendimi İzmir sokaklarına bıraktım. Bunları neden yazıyorum, okuyanın kulağına küpe olsun, benim gibi saf olmasın, bir tane temiz eşya kenarda bıraksın sdfjsad
Yine Karşıyaka tarafına geçip güzel bir mekanda Osman abinin eski iş arkadaşıyla rakı içip, muhabbet ettik. Sonra benim arkadaşlarım Yücel ve Melek geldi, onlarla da kısa da olsa sohbet edip, birer kahve içmeye fırsat bulabildim. Karşıya geçen son motorun saati geldiği için çok uzun muhabbet edemedik ama ayaküstü de olsa güzel dostları görebilmek beni mutlu etti.
İzmir’in sosyal anlamdaki rahatlığı, insanların sokakta pozitif olmasını sağlıyor. İstanbul’da gezerken yaşadığın o gerilimi burada hissetmiyorsun. Sürekli bir koşturma hali yok, anasına söver gibi bakan asık suratlar yok, sokakta ve sahillerde dilediğince rahat takılabildiğin, özgür bir ortam var. Bu bizim -en azından benim- dışarıdan görüp, hissettiğimiz tabi. Gerçi tanıdığım bütün İzmirli arkadaşlarımdan bu hissi alabiliyor olmam, orada yaşayan insanların mutlu olduğunu gösteriyor. Darısı bütün inşaat kentlerimizin başına.
Osman abi
Hızlı adımlarla motora yetişip, otele giderken yine şeytana uyduk ve birer bira da bu yakada yuvarladık. Karşıdaki esnafın yüzünü güldürmüştük, buradaki esnafı es geçmek olmazdı. Bünye alkolün tatlı etkisiyle kendine gelmiş, ağrı sızı kalmamıştı. Altınoluk’ta kaldığımız gün hariç, her akşam aynı pozitif hislerle uyuyor ve yine eşek tepmiş gibi uyanıyordum ama yine o bilindik hisle, sabaha nazaran daha az ağrı hissederek uzandım. Alkol severin dostu, dünyanın ilaç sektöründe yapılmış en yararlı ilacı olan Alka Seltzer’lerimizi içip uyku moduna geçtik.
Ertesi gün istikamet Kuşadası civarıydı. Duruma göre, kamp yerine göre karar verecektik.
Beşinci günümüzde 110,4 kilometre bisiklet sürdük, toplam 604 metre tırmanış yaptık. 93 metre rakım gördük, ortalama hız 15,7 maksimum hız 63,0 olmak üzere toplamda 7 saat 1 dakika bisiklet üstünde kaldık.