Ege Turu Bölüm 2: “Ama benim kızıma oldu!”

Efendim selamlar!

İlk gün yapılan 157 kilometrelik yorucu yolculuktan sonra yorgunluk ve soğuk havanın etkisiyle erkenden yatmıştık (bayılmıştık). Ormanlı Köyüne yaptığımız turda, gece minik çaplı bir toto donması yaşadığımdan benim o minik, sevimli, hafif ama kıç donmasını engelleyemeyen uyku tulumunun yerine bu turda hanımın uyku tulumunu yanıma almıştım. Büyüktü, ağırdı, belki benimki kadar sevimli değildi ama kıç donmasını engellediği için candı, canandı. Gece güzel bir uyku çekip, sabahın kör vaktinde zıpkın gibi uyandım!

Zıpkın ama gergi lastiği kopmuş, tetiği bozulmuş, ucu kırılmış bir zıpkın; defolu zıpkın; yüzünden yorgunluk akan zıpkın sdajklfs.

IMG_6814

Alarmları kurmuştuk ama alarmlar çalmadan uyandık. Hemen çadırı ve eşyaları toparlayıp, hızlı bir şekilde yola çıktık. İlk gün yapılması planlanan yol 170, bugün yapacağımız yol ise 145 kilometre civarındaydı ama ilk gün 157 kilometre yaptığımız için planın 13 kilometre gerisinde kalmış, bugün yapacağımız yola nurtopu gibi bir 13 kilometre eklenmişti. Hedef 160 kilometreydi, olmaz olsundu öyle nurtopu.

IMG_6828

Şarköy’e ulaşıp sabah çorbalarımızı bıyıklarımıza bulaştıra bulaştıra hüplettikten sonra, Şarköy’ün hemen çıkışında başlayan yokuşun tatlı kollarına kendimizi teslim ettik. Yokuş uzundu ama çok sert değildi. Kısa sert bölgeleri vardı ama sabah serinliği olması nedeniyle pek etkilemiyordu. Osman abi, geçen sene burada pedalladığından ve bu tur sırasında karşısına sürekli “parça almayan köpekler” (ısırıyor ama korkmayın, etinizi koparmıyor sdlfksad parça almayan köpek ne demek aga, insanın akıl sağlığıyla oynar bunlar) çıktığından biraz tedirgin başlasak da, köpeklerin mesai saatleri dışına denk geldiğimiz için bu bölgeyi, sadece doğanın tadını çıkararak pedallayabildik. Bu bölge, muhteşem doğasıyla insanda her kilometrede kamp atma isteği uyandırıyordu. Serhat abiyle Osman abi yokuşlara abanırken, ben “aha burası tam kamplıkmış, of burada ne kamp yapılır, burada da minik ve sevimli bir sucuk partisi varmış” naralarıyla yavaş yavaş ilerliyordum. Tabi yavaş ilerlemem bu anlattıklarımla ilgili değil, ancak bu kadar çıkabiliyorum sdljf. Olsun.

IMG_6835

Tırmanış bittikten sonra çok güzel köylerin içinden, sağ tarafımızda Saroz Körfezinin manzarasıyla iniş ve çıkışlarla Gelibolu yoluna ulaştık. Yolun bundan sonrası Gelibolu sapağına gelene kadar otobandan gidiyordu. Otobanda sürmeyi sevmediğim için (her seferinde söyleyeceğim, çünkü ilerde fikrim değişebilir sdjkfsd) bu bölgede aldığım zevk, kafadan yediğimiz rüzgarla birlikte kendini Şarköy yokuşlarında bıraktı. Otobanların o çok dik olmayan ama uzun yokuşları ve inişleriyle birlikte Gelibolu sapağına ulaştık. Gelibolu’ya girmeden, rüzgarı da arkamıza alarak Eceabat tarafına doğru devam ettik. Buradaki yol, çok ufak bozukluklar olsa da çok güzeldi. Sol tarafımızda Eceabat’a kadar bizi yalnız bırakmayan boğaz manzarası, sağ tarafımızda ise müthiş çam ormanları vardı. Öğlen saatlerine geldiğimiz için yol tenhaydı. Zira şehitlik bölgelerinde olduğumuz için, ziyarete gelen araçlar çok yoğundu ama saat erken olduğundan yoğunluk genelde geliş tarafındaydı. Bu bölgede turlayacak arkadaşların Eceabat istikametine doğru giderken erken saatleri tercih etmesi uygun olabilir.

IMG_6848

Rüzgarın da bize vermiş olduğu yetkiyle, düz yollarda hızlı bir şekilde Eceabat’a varmıştık. Eceabat’ın girişindeki camide mevlüt pilavı dağıtılıyordu. Serhat abiyle birlikte “AGA PİLAAV” diye böğürsek de, dünden yaptığımız kilometrenin az oluşu nedeniyle planlanan kamp bölgesine gecikme ihtimalimizin yüksekliğine kafa yoran Osman abi bizi sallamadı :dshkfs Feribotlara ulaştığımızda feribot, limandan henüz çıkıyordu. Bakakaldık giden geminin ardından, atamadık kendimizi denize; dünya güzel. Bir sonraki feribotun yarım saat içinde kalkacağını öğrenince iskelenin hemen karşısında karınlarımızı doyurduk; aklımız geride bıraktığımız feribotta.. sjkfsa Ne feribotu aga, pilav kaldı orada boynu bükük. Pilavlar üzgündü, ayranlar ağlıyordu.. ?

IMG_6818

Feribota ulaşmadan önce sağ dizimde ufaktan ağrılar başlamıştı. Feribotta dizime soğuk bandaj sardım. Feribot karşıya ulaşana kadar biraz dinlenmiş olduk. Önümüzde daha çok yol vardı. Feribottan inip, büyük şehirlerin o hiç özlemediğimiz kalabalığına daldık. Yolu bilen Osman ve Serhat abi önde, ben arkada hızlıca şehir içinden çıkmak için mücadele ediyorduk.

Nasıl ve neden olduğunu anlamadığım bir şekilde, düz yolda kendimi kafilenin önüne geçmiş buldum. Dümdüz yol, sağa sola sapma derdi yok, ritmi bulmuş ve kaptırmış gidiyordum. Tam ışıklardan geçerken, bizim tarafa kırmızı yandı. Bisikletliler olarak karşıdan gelen olmadığı için biz yola devam ettik. Güvenli bir şekilde geçişe başlamıştık, ta ki sol taraftan gelen bir korna sesi duyana ve merkez dışı görüşüme beyaz bir nesne girene kadar. Soldan gelen arabayı net görmesem de, varlığına emin olduğumda frenlere asıldım ve arabayla çarpışma anını bekledim. İçler dışlar çarpımı yaptığımda çıkan sonuç çarpışmanın çok uzak olmadığını gösteriyordu asdjlfksd Neyse ki arabanın beyaz kapısını gördüm ve gidonu sağa kırarak arabaya yandan girdim. Araba ne yaptığının o kadar farkında değil ki, hala gitmeye devam ettiği için dengemi sağlayamayıp sol tarafıma doğru düştüm. Sürücünün yanından bir teyze çıkıp yanlış hatırlamıyorsam “ne oldu” dedi, neredeyse “ebenin .mı oldu” diyecektim sdafıas. Ben söylenmeye başlayacakken Osman abi “sen bir dur bakalım, abiler konuşuyor burada” edasıyla sazı eline alıp, sürücü kadının kırmızı ışıkta geçmemiş gibi “ben sinyalimi verdim, kornamı çaldım” savunmasının sinir bozucu saçmalığına çemkirmeye başlamasıyla ben de sağımı solumu kontrol ettim. Bir sorunum yoktu, ufak bir asfalt yanığı vardı ama bisikletin ön lastiği hareket etmiyordu. Sürücü kadın hatasının farkında, nereden suçu bize yıkacağını şaşırmış bir şekilde “ama kırmızı ışık?, ama bisiklet yolu?, ama polis çağırsam siz suçlu çıkarsınız?” savunmalarını Osman abi gayet güzel bir şekilde göğsünde yumuşatıp voleyi vurarak geri yolluyordu. Gerginliğin geldiği son nokta olan “polis çağıralım!” restleşmesi sırasında kırmızı ışıkta durmayı başarmış araç sürücülerinden bir tanesi çıkıp kadının yanına kadar gidip, parmağını gözüne sokarcasına “siz hatalısınız hanmfendi, kırmızı ışıkta geçtiniz!” diyince kadın arabasına atladığı gibi arazi oldu. Ben sol tarafa düştüğüm için bagaj demiri biraz yamulmuş ve fren kaliperini sıkıştırmış. Serhat abi biraz gerdirerek o sorunu da giderdi ve yolumuza gerilmiş sinirler, asfalt yanığı bacak ve hafızalardan silinmeyecek şu diyalogla yolumuza devam ettik:

sürücü kadın: bir şeyin var mı, bir şey oldu mu?

ben: (kıçımı başımı yoklayarak) olmadı

sürücü kadın: (arabasının yamulan kapısına ağlamaklı gözlerle bakarak) ama benim kızıma oldu!

sadklfsdfsadkş hay senin kızına. Adetimdir, hatalı dönüş yapanların sağ arka kapılarını yamulturum, bu ikinci leşim.

Fiziksel olarak bende bir sakatlık olmayınca, bisikletteki sorunu da giderince ben olayı geride bıraktım. Gerginliği üzerimde taşımayı sevmiyorum artık. Gerginlikle yaşamaya devam ettiğimde, en ufak şeyler bile beni sinirlendiriyor ve istemediğim bir adam oluyorum. Bu yüzden kazayı arkamda bırakıp yola ve doğanın güzelliğine bıraktım kendimi.

Ben gerginliği üstümden atsam da, Osman abi zamanında planlanan kamp yerine ulaşamama ihtimalimizin yanına, kazanın saçmalığı ve yaklaşık bir yarım saatlik zaman kaybı eklenince hepimize yetecek kadar gerilmişti sdjkdşa Sohbet muhabbetle tırmanırken, Serhat abinin namazını kılması için sağ tarafımızda bulunan büyük çamlarla kaplı bir piknik alanında durduk. Biz durmadan hemen önce önümüzde bir araba durdu, şoförü öptükten sonra bir kadın indi ve o da piknik alanına bizimle birlikte giriş yaptı. Piknik alanında bir arabanın yanında iki kişi ve bir kenarda tek bir adam vardı. Abla anladığımız kadarıyla ticaretle uğraşıyordu. Ticari metası maalesef yıpranmış bedeniydi. İlk yanaşmaya çalıştığında namaz kılmak için durduğumuzu söyleyince pek yanaşmadı, ileride duran arabaya doğru yönelip, “ya bunlar da bizim arkadaşlar, bizim burada kovanlar var” falan dediyse de, kadın oraya gittikten hemen sonra adamlar arabalarına binip piknik alanından ayrıldı. Piknik alanında beş kişi kalmıştık, ikisi namaz kılıyordu, Osman abiyle ben oturup dinlenmeye çalışıyorduk ve iki namaz kılan kişiyle pek ticaret yapması mümkün görünmeyen abla ise bize sarıyordu. Elindeki su kabağını göstererek “bunun ne olduğunu biliyor musunuz?” diye muhabbete girdi, aslında sürekli olarak muhabbete girmeye çalıştı. Biz cevap vermedikçe o kovaladı, susağın ne olduğunu, nerelerde kullanıldığını anlattı. Etrafta namaz kılan bir sürü insan olunca “Allah kabul etsinler”, “inşallahlar, maşallahlar” havada uçuşuyordu. Kadın arkamda oturuyor bir şeyler anlatıyor ama ne Osman abi ne ben kadını dinlemiyoruz, telefonlar elimizde bir şeylere bakıyoruz (bakıyormuş numarası yapıyoruz) ama kadın ısrarla bir şeyler söylüyor, cevap vermeyince de arkadan susakla dürtüklüyor sdafjkasdfasd Olaydan habersiz namazını bitiren Serhat abi bize doğru lgelirken ikimiz de “abi kaç kaç” modundaydık. Tam biz ayrılırken, abla diğer namaz kılan kişiye sarmaya başlamıştı. Allah kabul etsin. sjklfas

Abladan da kurtulduktan sonra, kendimizi yine yokuşun şefkatsiz kollarına teslim ettik. Neyse ki, artık havanın sıcaklığı yumuşamıştı. Sağ tarafımızda güzel orman ve deniz manzaraları muhabbetimizin yanına meze oluyordu. Otobanda biraz daha ilerledikten sonra Halileli köyü çıkışından çıktık. Osman abinin çizdiği rotalarda burada Yeniköy’e giden iki yol görünüyordu, bu nedenle Halileli köyüne girip, ilk gördüğümüz kişiye yol soralım dedik ama ilk gördüğümüz kişinin down sendromlu olması sanki her şeyi açıklıyor gibiydi sdfs Biraz ilerledikten sonra köy bakkalına denk geldik, bakkala hangi yolun daha kısa olacağını sorduk. Bakkal güzel bir makara geçerek bizi geldiğimiz yöne doğru İzmir marşıyla birlikte geri yolladı. Buradan Kumkale yoluna devam edip, köyün içinden geçerken bir kadına adres sorma gafletinde bulunduk. Kadın, bizim tamamen yanlış geldiğimizi, hep o bilinen “ay siz çok yanlış gelmişsiniz!” repliğiyle bize aktardığında denklemimiz, bir anda 3 bilinmeyenli hale geliyordu. Osman abi baktığı haritadan bildiği kadarıyla yolu anlatarak öğrenmeye çalışıyor ancak kadın “çok ters yerdesiniz” replikleriyle Osman abiyi dibe gömmeye devam ediyordu. Adam zaten gergin, karanlığa kalma telaşı var, bir de bizi yanlış yola soktuğunu söyleme be abla! sdhufsd Neyse ki, bizim bu muhabbetimiz sürerken sokaktan bir abi çıktı da, doğru yolda olduğumuzu söyledi. Ve nasıl olduysa az önce “ay siz çok yanlış yerdesiniz” abla, abi yol doğru dedikten sonra bir anda yolu hatırladı, bize yolu tarif etmeye başladı. “Abla”, dedim, “dur, şeytan doldurur!” sdjkfasd Kadının arada bir resetlenmeye ihtiyacı var sanırım. Tam da update zamanında denk gelmişiz, neredeyse bizi geri yolluyordu sdhuıfs

Biz abiden gerekli tarifi aldıktan sonra köy kahve insanlarının meraklı bakışlarıyla geçerek tekrar yola koyulduk. Köyün hemen bittiği yerde tarlalar başlıyordu ve tarla yolları bildiğin Paris – Roubaix etabı gibiydi. Bir Tom Boonen’dim artık, bir Cancellara’ydım! sdhjkf. Kocaman taşlarıyla arnavut kaldırımı yollar, uzun uzun önümdeydi. Bir Paris – Roubaix yarışı hayranı olarak feci mutlu oldum ama mutluluğum 50 metre sürdü. Yok yol bitmedi, yol bu haliyle en az 3 kilometre civarında sürüyordu da, o yolda gitmek ne zor işmiş aga! Yarışı izlemesi iyi güzel de, o yolda sürmesi, hele bu kadar yüklü bir bisiklet sürmesi hayattan bezdirdi bizi. Hemen arnavut kaldırımı yolun yanındaki toprak bölüme attık kendimizi, sürebildiğimiz her an o toprak bölümden geçtik. Yarışı izlerken yarışçıların her fırsatta 3 metre bile olsa kendilerini o toprak yola atmalarını artık daha iyi anlıyordum. Kıç, vibrasyondan sütlaça dönmüş, böbreklerde en ufak bir kum tanesi bile kalmamıştı. Müthiş zorlu bir yoldu ama bir o kadar da keyifliydi.

 

Arnavut kaldırımlı bölüm bittikten sonra toprak yol başladı. Hayatımda en keyif alarak sürdüğüm yerlerden birisi de bu toprak yollu bölümdü. Müthiş bir tempo yakaladık, bazı bölümlerde hızımız 30’u aşıyordu. Güneş iyice etkisini kaybetmiş, sağlı sollu tarlaların arasından rüzgar gibi gidiyorduk. Tozu toprağa katarak, geneli düz olan bu 7-8 kilometrelik bölümü, turun en keyifli etabı olarak anılarımıza yerleştirdik.

Yol bittiğinde Yeniköy’e ulaştık. Köyün girişinde karşımıza çıkan iki kişi de bizi güler yüzüyle ve çok içten bir “hoşgeldiniz”le karşılayınca yüzümüzdeki yorgunluğun izleri de silindi. Sahil tarafına inip, küçük bir sahil lokantası olan Recep’in Yeri’nde oturduk. Recep abi de, oradaki diğer insanlar da müthiş güler yüzlü ve keyifli insanlar. Restoranın hemen karşısına çadırlarımızı kurup, denizden yeni çıkmış Karagöz balıklarımızı söyledik. Osman abiyle kendimizi ödüllendirip balığın yanına ikişer bira içtik. Bir sürü meze, biralar, kolalar, balıklar olmasına rağmen çok uygun bir hesap ödeyip, bu güzel akşamın finalini getirdik. Liman bölgesinde olduğumuzdan gece çok araba giriş çıkışı olduğu olduğu için sesten birçok kez uyanmak durumunda kaldık. Bir önceki güne nazaran daha rahatsız bir uyku oldu.

 

İkinci günümüzde 163 kilometre bisiklet sürdük, toplam 1,663 metre tırmanış yaptık,  Şarköy’den çıkarken 326 metre rakım gördük, ortalama hız 17,2, maksimum hız 60,5 olmak üzere toplamda 9 saat 27 dakika bisiklet üstünde kaldık. Dizim biraz daha fazla ağrıyor, kıçım don kesiği nedeniyle ağlıyordu, ben ağlıyordum…

 

1 yorumcuk var
  1. Yunus dedi ki:

    Çok güzel parkur çok keyifli anlatım olmuş. 160 km üzeri performans çok iyi. Yaptığın kazayı anlatışına bayıldım sabah sabah kahkaha attım usta. 😀

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir