“Ablacım sürmüyorum, itiyorum”

Zagreb’e ulaştığımda internet bulup, evinde kalacağım arkadaşa mesaj yazmak için bir kafeye girdim. Kafedeki fiyatlar, Avrupaya hoş geldiniz! diyordu. Birayı ilk kez bu kadar pahalı görüyordum. En ucuz ne gördüysem onu söyledim, mesajı attım ve vücudun en temel besin ihtiyacı olan birayı daha ucuz bulabileceğim bir yer bulup oradan devam ettim hayatıma.

Arkadaştan cevap geldi, barda abisi ve arkadaşı ile oturuyorlarmış. Bana evin adresini verdi, orada buluşuruz dedi. Birayı hızlıca indirip, hemen yola koyuldum. Evin civarında, tam da navigasyonun beni yanlış sokağa yönlendireceği sırada arabasıyla eleman geldi ve eve vardık. İlk ihtiyacım duş ve yola çıktığımdan beri sadece elde yıkanmış çok sayıdaki kirli çamaşırın yıkanmasıydı. Çamaşırlar öyle pis kokuyor ki, çantayı açmaya utandım resmen. Canım teyzem aldı kıyafetleri, bana da banyoyu gösterdi ama banyo konusunda ufak bir sorun vardı ki, o da sokakta yapılan kazı yüzünden gaz yoktu. Ketilda su kaynatıp kovaya koyduk ve yirmi yıl sonra dökme suyla duş aldım 🙂 Olsundu, bunu bulamayanlar da vardı.

Duş işi bittikten sonra Mirko, istersen bara gidebiliriz, dedi. Kardeş, dedim, işin ucunda bira varsa sorma bana, tut kolumdan götür beni gittiğin yere, dedim, Küçük Emrah edasıyla.

Barda abisi ve abisinin İtalyan arkadaşı vardı. Abisi İngilizce bilmiyor, Mirko gayet iyi ve yavaş konuştuğu için anlayabiliyorum, İtalyan abi; ki adı Elvis lan adamın, benden biraz daha kötü. Mükemmel karışım. Elvis abiyle biz baya kanka olduk. Türkiye, Türkçe falan baya geniş bir yelpazede takıldık. Türkçe “pussy” nasıl denir diyor bana, ben her ne kadar küfür eden bir adam olsam da hafiften utanarak “pussy mi?” diyorum şaşkın bir şekilde. “Sen iyi adamsın, utanıyorsun” diyor djskaja Haydaa.

Bar kapanana kadar ve hatta kapandıktan sonra bile muhabbet devam etti ve sonra eve geçtik. Karnımda mehter takımı iki ileri bir geri yapıyor. Ölüyorum açlıktan. Mirko kanki, ben çok acıktım şöyle bir ekmek arası kaşar salam bir şeyler yuvarlayalım, dedim. Adam bana tüm dolabı yığdı ve alayı şirk koşan hayvan, domuz ürünleri. Salam, sosis, katı halde karın yağı (et gibi yiyorsun ama) yani domuz ürünü olarak ne ararsan var. Kardeşim, dedim, biliyorsun ben Müslüman bir ülkeden geliyorum, biz domuz yedndmska arkadaş, gömdüm ya, ne varsa gömdüm. Bir de lezzetli namussuz. Müslüman ülkeler çok şey kaybediyor.

Karnımı doyurmuş olmanın huzuruyla bir güzel uyudum. Sabah erkenden kalktım, zira salonda yatıyorum. Ev ahalisinin beni rüyada osururken görmesini istemem. Yatağı topladım ama bir gözüm de yatakta hala.

Ev ahalisi kalktı, yine domuzlu kahvaltı yaptık ve Mikro beni alıp Decathlon’a götürdü. Zira yağmurluk elek vazifesi gördüğü için adam gibi bir şeye ihtiyaç vardı. Önümüzde daha çok yağmur vardı neticede. Decathlondan yağmurluk ve koca Balkanlarda bulamadığım gaz ocağından aldım. Gaz ocağını bulunca baya sevindim ben tabi. Mirko anlamadı mevzuyu. Üç ülke geçtim bunu bulabilmek için dedim. Mehhh burası Avrupa koçum dedi, seçimi kazanıp balkon konuşmasına çıkan siyasi özgüveniyle. Aman iyi hemen at havanı. Bizde de var bunlar, nedir yani?!

Sonra beraber Zagreb’e gittik, güzel bir şehir turu attık beraber. Görülecek her yeri gezdirdi sağolsun. Meydanda koyun postu giyip, sırtlarına çan takmış yirmi tane adamın ne yapmaya çalıştığını anlamadığım halk oyununu izledik. Bi ara çoban kılığındaki abinin, teyze kılığındaki abiye baya misyoner pozisyonunda takılması da video olarak kayıtlara geçti. Çoban bey ne yapıyorsunuz? Halk oyunu bu değil arkadaşlar. Üç sağa bir sola falan lazım bize. Böylesi insanı çürüğe çıkartır, mahallede dedikodu olur. Senin oğlana dün meydanda kaymışlar derler. Sakıncalı.

En hoşuma giden şey ise, güneşi merkez alarak, güneş sistemini şehre yerleştirmişler. Ortada güneş ve büyükçe bir yuvarlak, diğer gezegenler ise güneş sisteminde ne kadar uzaktaysa ve güneşten ne kadar küçükse, şehrin içine yayılmışlar. Bir duvarda Dünyayı ve Venüs’ü bulabildik ? Bu gerçekten çok yaratıcı bir fikir. Çok takdir ettim.

Sonra eve döndük. Temiz eşyaları çantalara yerleştirdim, öğle yemeğini beraberce yedik ve ben tekrar yola koyuldum.

Zagreb mafya gibi. Bir kere girersen bir daha çıkamazsın diyor resmen. Baya uzun sürdü şehir merkezinden çıkabilmem. Bir çok kez saçma ara sokaklara girdim, bir çok kez yanlış yollara girdim. Garmin’de ısrarla bana şehir turu attırma gayretinde. Ona uymayıp kendi yoluma bakayım dedim o da olmadı. Baya saçma bir şekilde uzun süreli mücadele yaşadıktan sonra normalde bisiklet sürmenin yasak olduğu bir otoyol kenarında, bisiklet yolu bularak şehirden çıkabildim. Bu yolu takip edince sınır kapısına ulaşılabiliyor olduğunu görünce baya sevinmiştim ama bir süre sonra bisiklet yolu bitti ve ben dımdızlak kaldım otoban kenarında. Bir yandan da efsane bir yağmur yağıyor tabi. Öyle yağıyor ki, sanırsın biri yukarıdan hortum tutuyor. Ne varsa soyundum, çıplak sürdüm yağmur dinene kadar. Bir şekilde tarlaların arasında bir yol bulup, oradan başka bir yola bağlandım. Ana yoldaki sınır kapısını kullanamayacağım için, bu yolun sonundaki sınıra doğru devam etmeye karar verdim.

Hava da kararmaya yakın olduğu için yol kenarında bir tarlaya kurdum çadırı. Sabah ayakkabılar hala ıslak olduğu için poşete koyup arkaya bağladım ve yola çıktım. Yirmi kilometre civarı gittikten sonra bir kafede kahve molası verdiğimde ayakkabıların artık bağladığım yerde olmadığını görmek biraz acı oldu ama daha da acısı, giydiğim sandaletler de bazı yerlerden kopmuştu. Bildiğin berduş gibi geziyordum. Tabi tüm saçma şeyler bununla da kalmadı.

Sınıra ulaştım, selamunaleykun, aleykumselam, verdim pasaportu. Polis bi pasaporta baktı, bi bana baktı, kafasını küçük İbo gibi yana eğdi, sen buradan geçemezsin, burası sadece AB vatandaşı olanlar için, dedi. Ee, ne bok yiyecek bu çocuk, dedim. Ana yoldaki sınırdan geçmen gerekiyor ama orada da bisiklet süremezsin. Bak yine aynı soruyu soruyorum, ee, ne bok yiyecek bu çocuk? Bir araba bulman gerekecek, diyor. Tövbe tövbe…

Gerisi geriye döndük tabi mecburen. Ana yol sapağında bekliyorum, ki büyük bir araç gelsin, durdurup rica edeceğim. Gelen tüm arabalar Zagreb tarafına dönüyor. Kaldık Hırvatistan’da djkf Mecbur geri döndüm en yakın merkeze. İnternet bulup Mirko’ya yazdım. Durumu anlattım. Birini arattı bana, adam imkanı yok başka sınırdan geçemezsin diyor. Split ‘e git vapurla geç, diyor. Lan olm üç günlük mesafe orası.

En sonunda kelime oyunu yapmaya karar verdik. Otobana gireceğim ama binmeden, sadece iterek götüreceğim. Otobanda sürmek yasak sonuçta, ben itiyorum cjgkjddj Bir şekilde otoban girişine geldim, indim, başladım itmeye. Transit araçlı dayının biri geldi, girme oraya polisler alır diyor. Tamam benim güzel dayım, biliyorum da Slovenya’ya gitmem lazım diyorum. Aynı şeyleri söylüyor. Sonra o saptı sağa devam etti, ben de itmeye devam ettim. Derken dayı yine geldi, lan olm, ben sana ne dedim, edasıyla söylendi bir şeyler. At arkaya bisikleti dedi. Baya bir mücadele sonrası bisikleti arkaya attım. Ağır aq.

Dayı beni sınıra çok yakın bir yere kadar getirdi. Canım dayım. Sonra iterek sınıra ulaştım. Hırvatistan polisine gittim çıkış için, burada bisiklet süremezsin diyor, ablacım bak, bu şarkıyı çok dinledim, biliyorum. Diğer sınırdan geçilmiyor, buraya girilmiyor, ne yapsın bu çocuk mülteci mi olsun aq dhska İngilizce bilmediği için boş boş baktı yüzüme. Bekle şöyle kenarda dedi. İki dakika sonra geldi, siktir git Slovenya polisine anlat derdini dedi dhsajs Slovenya polisine gittim, pasaportu uzattım. Nereye gidiyorsun dedi, Avrupa turundayım dedim. Burada süremezsin dedi, lan olm tamam biliyoruz. Yok abi sürmek yok, ilk çıkışa kadar iterek götüreceğim dedim. Bastı kaşeyi yolladı. Oh, dedim. Sonunda aq, dedim. Ne dertli piçler çıktınız yahu, dedim. İlk çıkışa kadar ittim.

İlk yorum yapan sen ol!

Anonim için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir