Efendim selamlar!
İki gün mat üstünde uyuduktan sonra, sıcak bir duş ve yumuşak bir yatak çok iyi gelmişti ama diz ağrısı varlığını sürdürüyor ve beni germeye devam ediyordu. Sabahları özellikle çok fazla ağrı yaptığından yine çok sıkıntılı uyanmıştım ve kendi içimde yaşadığım monologlarda, bırakıp bırakmamak arasındaki kararı açık oturumda tartışıyordum. Bir yanım devam etmek istiyor ve coşkuyla ayağa fırlıyordu ama ayağa fırlarken yanan canı nedeniyle gerilen yüzü, “bok yeme, dön evine” diyen diğer yanım tarafından küçümsenerek karşılanıyordu.
Kendi içimde sürekli çatışarak, iki yanımın atışmalarını dinleyerek kalktım. Aklımın bir köşesi de dışarıda bıraktığımız bisikletlerde olduğu için balkona çıkıp bisikletlere bakmak istedim ama açı nedeniyle göremeyince minik bir “yusufçuk” havalandı içimde. Ben balkondan odaya döndüğümde Osman abinin bisikletleri kontrol için aşağıya indiğini ve huzurlu bir şekilde döndüğünü gördüm ? Çantalarımızı toparlamaya başladık. Ben hala “tamam mı, devam mı” ikilemi içerisindeydim ve tamam diyen yanım daha baskın çıkmaya başlamıştı. Osman abi ve Serhat abiyle kısa bir durum değerlendirmesi yaptık, ben, onların devam etmelerini, benim buradan dönmemin daha doğru olacağını düşündüğümü söyledim. Osman abi hızlı bir şekilde itiraz etti çünkü benim ağrılı bir şekilde İstanbul’a dönmem, kendisi için de büyük bir tehdit oluşturuyordu: PELİN!
Benim hanım yapacağımız turun günlük mesafelerinin üç haneli rakamlara ulaştığını görünce kesin bir dille beni ve Osman abiyi tehdit etmişti. Sakatlanırsam ikimizi de bıçaklayacaktı, etimizi kerpetenle sıkıştıracaktı, aduketle bayıltıp “pörfekt” çekecekti. Düşman acımasızdı. Verdiğim karar dolaylı yoldan bir çok kişinin hayatını etkileyebilecek kadar önemliydi. Tehlike büyüktü. Az önce hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi geçmiş olan Osman abinin yoğun ıslarlarıyla turun bundan sonraki rotalarını bazı yerlerden kısaltarak, bir süre daha devam etmeye karar verdik. :p
Çantaları toparladık ve kahvaltı faslı için aşağı indik. Miraç abi ve beraber bisiklet turları yaptığı eczacı arkadaşının güzel muhabbeti eşliğinde börekleri gömdük, çayları yudumladık. Altınoluk taraflarına turunuz ya da tatiliniz olursa Mavi Kum Apart Pansiyon tavsiyemizdir (Giderseniz, Miraç abiye selamlarımızı da götürün). Kahvaltı ve muhabbet faslı, benim de diz ağrımın hafiflemesi açısından faydalı olmuştu. Ağrı sabahları maksimum seviyede oluyordu ama belli bir zaman geçtikten sonra daha çekilebilir boyutlara geliyordu. Miraç abilerle vedalaşıp, hedefi Dikili olarak belirleyip pedallara yüklendik. Amacım Edremit’e kadar gidip kendimi görmekti. Eğer devam edebilecek gibi olursam yola devam edecektim, ağrılar daha da artarsa orada turun fişini çekecektim, ıstakasını yıkacaktım, lastiğini indirecektim, kurşun geçirmez yeleğimi alıp hanımın karşısına çıkacaktım.
Amca İstanbul’u terk etmiş ve buraya yerleşmiş. İstanbul sınırları içinde kümes bile kiralayamayacağın bir ücretle, kocaman bir evde yaşıyormuş (230 Lira). Havadan sudan muhabbet edip, Serhat abinin de gelmesiyle birlikte yemeğimizi yedik ve tekrar yola koyulduk.
Oradan geri çevrilince Dikili’nin içine doğru yola devam ettik. İlçenin hemen girişindeki mezarlığı ve içindeki muazzam çimenliği görünce “acaba burada mı kalsak ya?” diye dürtükledik birbirimizi. Mezarlıkta çok güzel çevre düzenlemesi yapılmış, çok düzenli ve temizdi. Çimenlik dümdüz ve çadır kurmaya çok müsaitti. Serhat abiyle mezarlığa girip görevli olup olmadığına baktık ama kimse yoktu. Normal şartlarda çadırı kursak sabaha kadar kimse bizi fark etmezdi. Zaten erkenden kalkacağımız için kimsenin ruhu duymadan geceyi geçirip gidebilirdik ama biz yine de doğru olanı yapmaya çalışıp, mezarlık ofisi üzerinde yazan numaralardan mezarlık yetkililerini arayıp durumu anlattık. Mezarlık yetkilisi oranın kamu alanı olduğunu, orada kalamayacağımızı söyleyip bizi boynu bükük bir Küçük Emrah gibi kapının önüne koymuştu. Vatandaşlar olarak jandarmanın karşısında kalamıyor, kamunun kendisi olmamıza rağmen, kamu alanı olduğu için mezarlıkta kalamıyorduk. Kimdi bu kamu, neydi kamu, yoksa siz hala kamulaştıramadıklarımızdan mıydınız? Bu anlamsız sorularla müthiş bir kamp yerinden daha olup, Dikili’nin içlerine doğru yolumuza devam ettik.
Sağlık ocağının önünde oturan ambulans şoförü ve sağlık görevlilerine yanaştık ve durumu anlattık. Onlar da başka ilçenin görevlileriymiş, birazdan buranın görevlisi gelecek dediler ve beraber muhabbet ederek gelecek görevliyi beklemeye başladık. Biz Serhat abiyle kaldırımda adamlarla geyik yaparken, Osman abi yanımıza bile yanaşmadan yolun kenarında her an gidecekmiş gibi bekliyordu. İlk iki kamu alanı denememiz patlayınca bundan da pek umudu yoktu ve her geçen dakika karanlığa kalmak anlamına geldiğinden, çok bekleme niyetinde değil gibiydi ?
Hikayeyi normal anlatsa da pek bir sorun olmazdı muhtemelen çünkü gelen adam oldukça güler yüzlü ve sıcak kanlı birisiydi. Aslında genel olarak Dikili halkı çok güler yüzlüydü. Abinin verdiği onayla, hemen arka tarafa geçip, hızlı bir şekilde çadırlarımızı kurduk. Çadır kurduğumuz alan ağaçların altında ve çimenlerle kaplı, güzel bir bahçeydi. Sağlık ocağının bahçesinde olması, güvenlik açısından da kendimizi huzurlu hissetmemizi sağlıyordu. Serhat abi namazını kılmaya gittiğinde, biz de minik tavamızda sucuklu yumurtaları yaptık. Avrupa turumda kullanacağım ocağı da bu turda iyi test etmiş olduk ve performansından oldukça memnun kaldık.
Yemeği yedikten sonra, Osman abiyle muhabbet eşliğinde ikişer bira içip, erkenden yattık.
Dördüncü günümüzde 111,8 kilometre bisiklet sürdük, toplam 415 metre tırmanış yaptık. 87 metre rakım gördük, ortalama hız 17,2, maksimum hız 43,2 olmak üzere toplamda 6 saat 30 dakika bisiklet üstünde kaldık. Geç çıktığımız ve daha sakin ve daha az sürdüğümüz için dizim bir önceki güne nazaran daha iyiydi. Yarın da devam edebileceğimi düşünerek, düne nazaran daha huzurlu ve mutlu uyudum…