Ege Turu Bölüm 4: “Kamu alanı”

Efendim selamlar!

İki gün mat üstünde uyuduktan sonra, sıcak bir duş ve yumuşak bir yatak çok iyi gelmişti ama diz ağrısı varlığını sürdürüyor ve beni germeye devam ediyordu. Sabahları özellikle çok fazla ağrı yaptığından yine çok sıkıntılı uyanmıştım ve kendi içimde yaşadığım monologlarda, bırakıp bırakmamak arasındaki kararı açık oturumda tartışıyordum. Bir yanım devam etmek istiyor ve coşkuyla ayağa fırlıyordu ama ayağa fırlarken yanan canı nedeniyle gerilen yüzü, “bok yeme, dön evine” diyen diğer yanım tarafından küçümsenerek karşılanıyordu.

 

Kendi içimde sürekli çatışarak, iki yanımın atışmalarını dinleyerek kalktım. Aklımın bir köşesi de dışarıda bıraktığımız bisikletlerde olduğu için balkona çıkıp bisikletlere bakmak istedim ama açı nedeniyle göremeyince minik bir “yusufçuk” havalandı içimde. Ben balkondan odaya döndüğümde Osman abinin bisikletleri kontrol için aşağıya indiğini ve huzurlu bir şekilde döndüğünü gördüm ? Çantalarımızı toparlamaya başladık. Ben hala “tamam mı, devam mı” ikilemi içerisindeydim ve tamam diyen yanım daha baskın çıkmaya başlamıştı. Osman abi ve Serhat abiyle kısa bir durum değerlendirmesi yaptık, ben, onların devam etmelerini, benim buradan dönmemin daha doğru olacağını düşündüğümü söyledim. Osman abi hızlı bir şekilde itiraz etti çünkü benim ağrılı bir şekilde İstanbul’a dönmem, kendisi için de büyük bir tehdit oluşturuyordu: PELİN!

Benim hanım yapacağımız turun günlük mesafelerinin üç haneli rakamlara ulaştığını görünce kesin bir dille beni ve Osman abiyi tehdit etmişti. Sakatlanırsam ikimizi de bıçaklayacaktı, etimizi kerpetenle sıkıştıracaktı, aduketle bayıltıp “pörfekt” çekecekti. Düşman acımasızdı. Verdiğim karar dolaylı yoldan bir çok kişinin hayatını etkileyebilecek kadar önemliydi. Tehlike büyüktü. Az önce hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi geçmiş olan Osman abinin yoğun ıslarlarıyla turun bundan sonraki rotalarını bazı yerlerden kısaltarak, bir süre daha devam etmeye karar verdik. :p

Çantaları toparladık ve kahvaltı faslı için aşağı indik. Miraç abi ve beraber bisiklet turları yaptığı eczacı arkadaşının güzel muhabbeti eşliğinde börekleri gömdük, çayları yudumladık. Altınoluk taraflarına turunuz ya da tatiliniz olursa Mavi Kum Apart Pansiyon tavsiyemizdir (Giderseniz, Miraç abiye selamlarımızı da götürün). Kahvaltı ve muhabbet faslı, benim de diz ağrımın hafiflemesi açısından faydalı olmuştu. Ağrı sabahları maksimum seviyede oluyordu ama belli bir zaman geçtikten sonra daha çekilebilir boyutlara geliyordu. Miraç abilerle vedalaşıp, hedefi Dikili olarak belirleyip pedallara yüklendik. Amacım Edremit’e kadar gidip kendimi görmekti. Eğer devam edebilecek gibi olursam yola devam edecektim, ağrılar daha da artarsa orada turun fişini çekecektim, ıstakasını yıkacaktım, lastiğini indirecektim, kurşun geçirmez yeleğimi alıp hanımın karşısına çıkacaktım.

Son iki gündür sürekli mıcırlı asfaltta gittiğimiz için buradaki kaymak gibi asfalt müthiş gelmişti. Edremit’e doğru rüzgara karşı ilerliyorduk. Ben Serhat abinin arkasına gizlenmiş, kendisini rüzgar kalkanı olarak kullanıyordum. Aslında yol müsait olsa Osman abiyle ikisini yan yana muhabbete bırakmak en iyisi. Osman abi de, Serhat abi de enli arkadaşlar olduklarından arkalarında sürerken, kamyon arkasında gidiyormuş gibi bir rüzgar koridoru oluşuyor ve neredeyse hiçbir dirençle karşılaşmadan ilerliyordum ?

 

İzmir yollarındayken aşırı metalci oluyorum.

Edremit’e kadar alnımızın çatısına çakan rüzgar, körfezi dönmemizle birlikte destekçimiz olmuş ve kuyruktan eserek gücümüze güç katmaya, formada ter olmaya gelmişti. Bacağın da ısınmasıyla ağrılarım azalmış, rüzgarın arkadan esmesiyle hızlanmış ve bir anda “BUGÜN DE ÖLMEDİM ANA” yazılı mermilerle MG3 önünde poz vermiş komando görünümlü mutfakçı er öz güvenine sahip olmuştum (tamlama gibi tamlama). Rüzgarın vermiş olduğu yetki ve dümdüz yolların akıcılığıyla pek efor sarf etmeden Gömeç ilçesine kadar ulaştık. Burada Serhat abinin namazını kılması için durduk. İlçede pazar olduğu için oldukça kalabalıktı. Serhat abiyi camiye yolladıktan sonra biz de dinlenmek için bir kahvenin önüne oturduk. Kahve önü amcalarından bir tanesi hemen çayımızı söyledi ve muhabbete başladık. Ufak bir ilçeden ya da köyden geçerken kahvelerde durduğunuzda mutlaka size çayınızı ısmarlayacak ve muhabbetiyle eşlik edecek bir amca çıkıyor ve bu gerçekten müthiş bir şey. Sadece bir çay, gününün daha iyi geçmesini sağlayabiliyor.

Amca İstanbul’u terk etmiş ve buraya yerleşmiş. İstanbul sınırları içinde kümes bile kiralayamayacağın bir ücretle, kocaman bir evde yaşıyormuş (230 Lira). Havadan sudan muhabbet edip, Serhat abinin de gelmesiyle birlikte yemeğimizi yedik ve tekrar yola koyulduk.

 

bay enivey naiis in dı tabela

Dikili’ye kadar sorunsuz bir şekilde ulaştık. Dikili sapağından girdikten sonra sağ tarafta Jandarma karakolunu ve karşısındaki çadır kurmalık alanı görünce geceyi burada geçirmenin iyi fikir olduğunu düşündük. Gölgelik, düz ve tam jandarmanın karşısında olmasından dolayı güvenliydi ama jandarmadakiler bizimle aynı fikirde değildi sdajfs Biz onları güvenlik unsuru olarak görürken, onlar bizi tehdit olarak görmüş ve orada çadır kurmamıza müsaade etmemişlerdi. Hadi Osman abiyle ben pek tekin adamlar değildik ama Serhat abinin hatırına bir güzellik yapabilirlerdi aslında ?

 

Oradan geri çevrilince Dikili’nin içine doğru yola devam ettik. İlçenin hemen girişindeki mezarlığı ve içindeki muazzam çimenliği görünce “acaba burada mı kalsak ya?” diye dürtükledik birbirimizi. Mezarlıkta çok güzel çevre düzenlemesi yapılmış, çok düzenli ve temizdi. Çimenlik dümdüz ve çadır kurmaya çok müsaitti. Serhat abiyle mezarlığa girip görevli olup olmadığına baktık ama kimse yoktu. Normal şartlarda çadırı kursak sabaha kadar kimse bizi fark etmezdi. Zaten erkenden kalkacağımız için kimsenin ruhu duymadan geceyi geçirip gidebilirdik ama biz yine de doğru olanı yapmaya çalışıp, mezarlık ofisi üzerinde yazan numaralardan mezarlık yetkililerini arayıp durumu anlattık. Mezarlık yetkilisi oranın kamu alanı olduğunu, orada kalamayacağımızı söyleyip bizi boynu bükük bir Küçük Emrah gibi kapının önüne koymuştu. Vatandaşlar olarak jandarmanın karşısında kalamıyor, kamunun kendisi olmamıza rağmen, kamu alanı olduğu için mezarlıkta kalamıyorduk. Kimdi bu kamu, neydi kamu, yoksa siz hala kamulaştıramadıklarımızdan mıydınız? Bu anlamsız sorularla müthiş bir kamp yerinden daha olup, Dikili’nin içlerine doğru yolumuza devam ettik.

20160510_194542

Dikili / İzmir

İlçe içinde kalabilecek bir yer bulma ümidimiz azalmış, alışverişimizi yapıp, ilçenin bittiği yerde bir kamp yeri bulmayı umut ediyorduk. İlçe içinde ilerlerken büyükçe bir bahçe içindeki sağlık ocağını görünce Serhat abiyle birbirimize baktık ve şansımızı yine bir kamu alanında denemeye karar verdik. Bu akşam bir kamu alanında kalmaya mecburmuşuz gibi, her kamu alanını ısrarla denemeye devam ediyorduk sdkjfds. KAMUYUM LAN BEN!

Sağlık ocağının önünde oturan ambulans şoförü ve sağlık görevlilerine yanaştık ve durumu anlattık. Onlar da başka ilçenin görevlileriymiş, birazdan buranın görevlisi gelecek dediler ve beraber muhabbet ederek gelecek görevliyi beklemeye başladık. Biz Serhat abiyle kaldırımda adamlarla geyik yaparken, Osman abi yanımıza bile yanaşmadan yolun kenarında her an gidecekmiş gibi bekliyordu. İlk iki kamu alanı denememiz patlayınca bundan da pek umudu yoktu ve her geçen dakika karanlığa kalmak anlamına geldiğinden, çok bekleme niyetinde değil gibiydi ?

20160510_194612

“aga buradan da kovarlarsa yakarım burayı”

Muhabbet ettiğimiz ambulansın şoförüyse çok rahattı, gelecek kişinin sorun çıkarmayacağından emindi ve şimdiden gidin kurun çadırınızı diyordu. Bu narin kalplerimiz (ne narin kalbi lan, üç tane kart adamdan bahsediyoruz sdjklfas) bir sürprize daha dayanamayacağımız için biz beklemeyi tercih ettik. Yaklaşık bir yirmi dakika bekledikten sonra diğer ambulans geldi. Şoför araçtan inip yanımıza geldi ve az önce muhabbet ettiğimiz ve hayatımızda ilk kez gördüğümüz ambulans şoförü biz ağzımızı açmadan, hatta açamadan müthiş bir hızla ve olabildiğince profesyonel bir şekilde kafasında kurduğu yalan hikayeyi gelen şoföre anlatıp bizim için çadır kurma iznini aldı. Biz ne olduğunu bile anlayamadık. Gelen adama merhaba bile diyemeden adam bizim dün gece onların ilçesinde kaldığımızı, bugün de burada kalacağımızı söyledi sdfskjs. Jandarma ve mezarlıkta atladığımız şey işte bu özgüvendi, bu yalan söyleyebilme becerisiydi. Dürüst insanların kısa vadede asla başarılı ve mutlu olamayacaklarını ama uzun vadede hayatın karmasının bir şekilde onlara güleceğinin minik bir canlandırmasını yaşadık sanırım.

Hikayeyi normal anlatsa da pek bir sorun olmazdı muhtemelen çünkü gelen adam oldukça güler yüzlü ve sıcak kanlı birisiydi. Aslında genel olarak Dikili halkı çok güler yüzlüydü. Abinin verdiği onayla, hemen arka tarafa geçip, hızlı bir şekilde çadırlarımızı kurduk. Çadır kurduğumuz alan ağaçların altında ve çimenlerle kaplı, güzel bir bahçeydi. Sağlık ocağının bahçesinde olması, güvenlik açısından da kendimizi huzurlu hissetmemizi sağlıyordu. Serhat abi namazını kılmaya gittiğinde, biz de minik tavamızda sucuklu yumurtaları yaptık. Avrupa turumda kullanacağım ocağı da bu turda iyi test etmiş olduk ve performansından oldukça memnun kaldık.

Yemeği yedikten sonra, Osman abiyle muhabbet eşliğinde ikişer bira içip, erkenden yattık.

Dördüncü günümüzde 111,8 kilometre bisiklet sürdük, toplam 415 metre tırmanış yaptık. 87 metre rakım gördük, ortalama hız 17,2, maksimum hız 43,2 olmak üzere toplamda 6 saat 30 dakika bisiklet üstünde kaldık. Geç çıktığımız ve daha sakin ve daha az sürdüğümüz için dizim bir önceki güne nazaran daha iyiydi. Yarın da devam edebileceğimi düşünerek, düne nazaran daha huzurlu ve mutlu uyudum…

dikili

İlk yorum yapan sen ol!

Anonim için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir